Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz Sabancı Üniversitesi kurucu rektörü ve eski TÜBİTAK başkanlarından Prof. Dr. Tosun Terzioğlu, akademi dünyasında ve akademik özgürlükler konusunda silinmeyecek izler bırakmıştı. Prof. Terzioğlu’nu, yakın çalışma arkadaşlarından Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Ayşe Gül Altınay’ın yazısıyla uğurluyoruz.
Sevgili Tosun Bey,
2009’daki Rektörlük devir teslim töreninde, gözlerinizin içine bakarak şöyle başlamışım konuşmaya: “Türkiye’de akademik hayata sizin rektörü olduğunuz bir üniversitede adım attığım için kendimi hep çok şanslı hissettim. Burada bulunduğum sekiz yıl boyunca, hiçbir sorunu bize aksettirmeden farklı bir dünya üniversitesini adım adım kuran bir rektör olarak, bilginin her türünü ayrı ayrı önemseyen bir bilim insanı olarak ve etrafındaki herkese ayrı ayrı kıymet veren bir insan olarak sizden çok şey öğrendim.”
Öğrendiklerimi biraz anlattıktan sonra da sizin “adımlarınız”la yürümekten bahsetmiş, yürekten teşekkür etmişim: “Aramızda kullandığımız bir deyim var: ‘Tosun Bey adımlarıyla yürümek.’ Sakin, emin, kendine güvenli, yeni yollar açan, kimseden ayrıcalık talep etmeyen, herkesin önünü açan, meraklarının ve inandığı doğruların arkasından kararlılıkla ve cesaretle giden bu adımlarla yürüyebilmeyi her zaman beceremesek de denemeye devam edeceğiz... Üniversitemize ve hayatımıza kattığınız her şey için yürekten teşekkürler etmek istiyorum size!”
Yedi yıl sonra, bu sefer gözlerinizin içine bakamadan yazıyor olmanın, siz hayattayken bunları paylaşamamış olmanın acısıyla, sevgi ve minnetle buradayım.
Geçen hafta Sabancı Üniversitesi’nde yapılan etkileyici törende ve Bebek Camii’nde, bıraktığınız derin izlerin nesiller boyu ifadesine tanık olduk. Sizi 50-55 yıldır tanıyan dostlarınızdan, neredeyse her bir ağacını ellerinizle diktiğiniz Sabancı Üniversitesi’nin yirmili yaşlardaki öğrencilerine, mezunlarına, Robert Kolej’den ODTÜ’ye, TÜBİTAK’tan Sabancı Üniversitesi’ne, Eğitim Reformu Girişimi’nden Bilim Akademisi’ne yarım asırlık izlerinize tanıklık ettik. Ve hepsi öyle izler ki daha onyıllar boyu bu kurumlarda, yüreklerde, ağaçlarda köklenmeye, yeni nesillere aktarılmaya devam edecekler belli ki. “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” diye sorulduğunda aklımdan geçen tek şey “esas o hakkını bizlere helal etsin” idi. Her birimizin üzerinde – verdiğiniz sessiz, sedasız, gösterişsiz destek ve cesaretle – öyle çok hakkınız var ki!
Ayşe Kadıoğlu sizin için “Tosun Hoca, kanatlandırıp uçuran bir rüzgardı” demiş. Aynen öyleydiniz! Varlığını hiç hissettirmeden bulutları dağıtan, ufukları görünür ve ulaşılır kılan, uçmamız için kanatlarımızın altını dolduran bir rüzgar. Hem kendi deneyimime hem de onca insanın sizinle ilgili paylaştıklarına baktığımda ne çok “alan” açtığınızı görüyorum. Kendimizi özgürce varetmemiz için açtığınız alanlar anlatmakla bitmez. Tam da bu yüzden insan kendini sizin yanınızda çok rahat ve özgür hissederdi. Fikrimize, duruşumuza katılmasanız bile bizi yargılamayı aklınızdan bile geçirmeyeceğinizi, bizi öylesine, olduğumuz gibi kabul edeceğinizi, seveceğinizi bilirdik. Aynı şekilde, hem sizi eleştirebileceğimizi, hem de sizde bir karşılığı yoksa bu eleştirinin bir yere gitmeyeceğini bilirdik. “Ben sizi olduğunuz gibi kabul ediyorum, siz de beni böyle kabul edin” derdiniz o net, sağlam duruşunuzla. O yüzden de hiçbir eleştiriyi kişisel almaz, ya “haklısın” der ve farklı bir adım atar, ya da kafanızı sallar, yolunuza devam ederdiniz. Merakı, hayalgücünü, yeni ufuklar hayat etmeyi ve hayallerimiz doğrultusunda adım atmayı hep destekleyerek...
2009’da üniversitede açtığınız alanı şöyle özetlemişim: “Sizin rektörlüğünüzdeki Sabancı Üniversitesi, aynı zamanda Türkiye’de ‘üniversite’ anlayışına dair pek çok ezberi bozarak üniversitenin her türlü ifade ve paylaşıma ‘açık’ bir bilgi ve deneyim platformu olarak yeniden tanımlanmasına çok önemli katkılar sağladı, sağlıyor. 2002 yılında benimsenen Akademik Özgürlük Anlayışımız ve 2007 yılında hayata geçen Cinsel Tacize Karşı Önlem ve İlkeler Belgesi, herkesin kendini özgür ve güvende hissedebileceği bir üniversiteye dair hepimize taşıdığımız sorumlulukları hatırlatan, sadece bize değil Türkiye’deki tüm üniversite camiasına hatırlatan, tarihi adımlar oldu bence. Sizin öngörünüz, birikiminiz, yaratıcılığınız, cesaretiniz ve önderliğiniz bizim önümüze çok kapılar açtı. Bu kapıları açık tutmak hepimizin sorumluluğu...”
Son yılların artan şiddet ve cinsel taciz haberleri arasında bir ufak teselli cinsel tacizle ilgili mücadelenin pek çok üniversiteye yayılmış olması, bizim de kendimizi yenilerken örnek aldığımız çok başarılı mekanizmaların kurulmuş olması. Ama konu akademik özgürlüklere gelince ufak tesellileri dahi bulamayacak durumdayız. Ocak ayından bu yana “Barış için Akademisyenler” tarafından dile getirilen hukukun uygulanması ve barış sürecine dönülmesi taleplerinin yarattığı yıkıcı kasırga düşünülecek olursa, sizin Sabancı Üniversitesi için mümkün kıldığınız (ve sevgili Nihat Berker’le devam eden) özgür ifade ve akademik üretim alanı Türkiye’deki pek çok üniversite için uzak bir hayal olmaya devam ediyor. Ama biz biliyoruz ki gelecek sizin hayalini kurmakla kalmayıp hayata geçirdiğiniz ve her birimizi varetmeye, geliştirmeye cesaretlendirdiğiniz, özgürlüklerle örülmüş, yaratıcı üniversite anlayışında yatıyor. Siz geçmişin rektörü olduğunuz kadar geleceğin rektörü de olmaya devam ediyorsunuz... Sabancı Üniversitesi’nde de Türkiye’de de yürünecek daha çok yolumuz var, bu anlayışın tam anlamıyla yerleşmesi ve hayat bulması için.
Siz hep kısa ve öz konuştunuz, yazdınız, buna karşın çok dinlediniz, çok okudunuz. Tam on yıl önce, Nisan 2006’da Açık Radyo’da yaptığınız Açık Akıl programındaki ‘kültür’ sohbetimizin tadı hala damağımda. Aynı şekilde Attila Durak’ın fotoğraflarıyla kültürel çeşitliliği ele aldığımız ‘Ebru: Kültürel Çeşitlilik Üzerine Yansımalar’ kitabına yazdığınız kısa ve çarpıcı yazının da. “Uçaktan baktığımızda Anadolu’nun toprağı oldukça fakir görünür. Hele yaz ortasında hemen her yer tam bir boz renge bürünmüştür” diye başlamıştınız o yazıya. Ve sizden öğrenmiştim Anadolu’daki bitki türlerinin dokuz binden fazla olduğunu, buna karşın “Atlantik kıyılarından Ural Dağları’na, Norveç’ten Girit’e kadar uzanan geniş coğrafyada, yani kıta Avrupası’nda” bu sayının sadece on iki bin dolaylarında olduğunu. “Uzaktan şöyle bir bakıp fakir ve yorgun olarak nitelendirdiğimiz topraklarımız, binlerce yıldır çok zengin doğal bir bitki hazinesini barındırmakta. Birbirinden farklı binlerce bitkinin toprağı, yağmuru ve güneşi paylaşarak kışların ayazına, yazların kuraklığına karşı koyarak bir arada yaşamalarıdır bu inanılmaz zenginliği yaratan” diyerek bunu Anadolu coğrafyasında yaşayan insanların yer yer acı dolu tarihlerine bağlamıştınız: “Öyle bir toprak parçasına uçaktan bakar gibi uzaktan, üstünkörü bakıldığında fakir görülebiliriz. Oysa bu kadar çeşitli kaynaktan beslenen kültürümüzle, aslında biz farklılıklarımızla zenginiz.”
Kayserili babaannenizin size “Hayat yoldaşıyız, beraber yaşıyoruz” diye tanıttığı Ana Bacı’nın namaz kıldıktan sonra haç çıkarmasını izleyip nasıl şaşırdığınızı anlattınız. Subay eşini Sarıkamış’ta kaybetmiş babaannenizle ailesinden 1915’te koparılmış Ana Bacı’nın hikayesi küçük ama önemli bir hikâyeydi sizin için…
Yukarıdan kuşbakışı değerlendirmenin yarattığı körleştirici mesafeyi aşıp yakınlaşmasını bilmek... Siz her birimize bakarken tam da bunu hissettirdiniz; dışarıdan nasıl görünürse görünsün, içimizin ve türlü zorluklar içinde yarattığımız birlikteliklerin zengin ve heyecan verici bir çeşitlilik barındırdığını gösterdiniz hep.
Sizi en son Ekim başında WATS 2015 (The Workshop for Armenian/Turkish Scholarship) konferansında dinledim. 2005’teki Osmanlı Ermenileri konferansının arka planını anlattıktan sonra, bizimle çok özel bir anınızı paylaştınız. Sizden duymaya alışkın olmadığımız ‘özel’likte, kişisellikte –sizinle birlikte bizim de gözlerimize yaşlar getiren– bir paylaşımdı bu. Kayserili babaannenizin size “hayat yoldaşıyız, beraber yaşıyoruz” diye tanıttığı “çok nefis Kayseri yemekleri yapan, Kayseri şivesiyle konuşan” Ana Bacı’nın namaz kıldıktan sonra haç çıkarmasını izleyip nasıl şaşırdığınızı anlattınız. Subay eşini Sarıkamış’ta kaybetmiş babaannenizle ailesinden 1915’te koparılmış Ana Bacı’nın hikâyesi küçük ama önemli bir hikâyeydi sizin için: “O iki yalnız kadın hayatlarını birarada götürmeyi başarabilmişler. Bu da bir marifet zannediyorum. Ama tabii böyle birçok hikâye var. Bunların pek çoğu kitaplarda var artık. Bunlar tabii küçük tarihler. Çok ‘önemli’ olmayan insanların tarihleri... ama önemli!”
“Ama önemli!” öyle net çıkmıştı ki ağzınızdan. O zaman daha iyi anladım her birimizin küçük hikâyelerine ve küçük hikâyeler peşinde koşan her çalışmaya verdiğiniz değer ve destekte, ve tabii 2005 konferansını mümkün kılmak için sergilediğiniz olağanüstü çabada Ana Bacı’nın ve ona duyduğunuz vefanın da bir payı olabileceğini.
Sizden bize kalan yalnızca çok sayıda küçük ve büyük hikâye değil, aynı zamanda her hikâyeyi dinlemeye ve önemsemeye açık bir yürek... Daha kıymetli bir miras olabilir mi bilmiyorum.
Alev Topuzoğlu’nun Sabancı Üniversitesi’ndeki törende çok güzel ifade ettiği gibi sizi siz yapan olağanüstü ailenize, sevgili Nuran Hanım, Derin ve Ayşecan başta olmak üzere tüm sevenlerinize sabır diliyorum.
Sizi çok özleyeceğiz!
Sevgiyle, minnetle,
Ayşe Gül
(Sabancı Üniversitesi)