‘Barış İçin Akademisyenler’e hukuki destek amacıyla oluşturulan avukatlar grubunda olan Arın Gül Yeniaras, “Üniversitelerin bir kısmı kendi iç soruşturmalarını açtı, kimi de bu süreci işletmedi. Öğretim görevlilerin neredeyse hepsi psikolojik şiddete maruz kalıyor. Odalarının kapısına çarpı işareti konmasından kendilerine tehdit yöneltilmesine kadar” diyor.
11 Ocak'ta yayımladıkları bildiri
ile Güneydoğu'da şiddetin son bulmasını isteyen 1128
akademisyene yönelik baskılar devam ediyor. ‘Bu suça ortak
olmayacağız’ bildirisiyle hedefe konan akademisyenler en çok da
küçük şehirlerde psikolojik şiddete maruz kalıyorlar. Erzurum,
Bolu, Yalova, Muğla ve Samsun’dan birçoğu genç akademisyenin
yaşadıkları, kimisini eve kapanmaya, kimisini çalıştığı
şehirden kaçmaya zorlamış, kimisinin mahallesine kadar inen linç
girişimi gündelik yaşamını derinden etkilemiş.
Oda baskını
En son örnek, Erzurum Atatürk Üniversitesi'ndeki görevinden uzaklaştırılan Ramazan Kurt, bildiriden sonra linç kampanyasıyla birlikte yaşadıklarını şu cümlelerle aktarıyor: “15 Ocak günü 2 kişi odama girdi, tehdit ettiler. Aynı gün ülkü ocakları ve öğrenci konseyi aleyhime bir yürüyüş düzenlemek üzere çağrı yaptı. Suç duyurusunda bulundum. Ardından koruma talep ettim. Üniversiteden uzaklaştırıldığımı da o gün öğrendim. ‘Okulda terörist hoca istemiyoruz’ diyerek üniversitede yüksek katılımlı bir yürüyüş yaptılar. Eylemden sonra odama girip kapımın önünde ülkücü yemini etmişler. Üniversiteden bana destek için kimse aramadı, bölüm başkanı da karşı bildiri adında ortaya çıkan şeye imza atmış, mesai arkadaşlarımın tutumunu gördükten sonra orada durmanın da bir anlamı kalmamıştı.”
Eve kapandılar
Ramazan Kurt’la benzer şekilde üniversiteden uzaklaştırılan bir diğer akademisyense Düzce Üniversitesi’nden Latife Akyüz… Uzaklaştırma şu an için her üniversitenin başvurduğu bir yöntem değil, bildiriye imza atan akademisyenler aleyhine açılan soruşturma ve incelemelerin sayısıysa her geçen gün artıyor. Küçük şehirlerdeki akademisyenlerin genel eğilimi bu konuda çok fazla konuşmamak. Gerekçeleriyse açıklamalarının soruşturma aşamasında aleyhlerine kullanılacak olması. Büyük şehirlerdeki akademisyenlerin yaşananlar karşısında gerek çevrelerinden, gerekse çeşitli örgütlerden destek görmeleri mümkün. Ancak diğer şehirlerde ne yazık ki akademisyenler saldırılar karşısında yalnızlaşmış. Çoğu meslektaşlarından dahi destek göremiyor. Muğla’da Sosyoloji Bölümü Başkanı, ‘Muğla Akademisyenler Birliği’nin karşı bildirisine imza koyarak meslektaşlarını hedef göstermeyi tercih etti. Erzurum’da görevinden uzaklaştırılan Ramazan Kurt, mesai arkadaşlarının, odasına gelen ülkücü gençlere kendisi hakkında bilgi verdiğini söylüyor. Bolu’da Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde ‘bu akademisyenleri aramızda istemiyoruz’ diyerek bir karşı bildiri imzalandı. Benzer birçok örnek karşısında küçük şehirlerdeki akademisyenlerin adeta elleri kolları bağlı. Samsun’daki akademisyenler bir süre eve kapanmak zorunda kalırken, Yalova’dakiler dolmuşa binemez, Bolu’dakiler tenha yerlere arabalarını park edemez olmuş.
İtibarsızlaştırma
‘Barış İçin Akademisyenler’e hukuki destek amacıyla oluşturulan avukatlar grubunda olan Arın Gül Yeniaras, “Üniversitelerin bir kısmı kendi iç soruşturmalarını açtı, kimi de bu süreci işletmedi. Öğretim görevlilerin neredeyse hepsi psikolojik şiddete maruz kalıyor. Odalarının kapısına çarpı işareti konmasından kendilerine tehdit yöneltilmesine kadar” diyor. Bu tehdit ve şiddete karşı herhangi bir cezai yaptırım da uygulanmadığı için önü alınamıyor. Avukat Yeniaras, “YÖK'ten üniversitelere gizli bir yazı geldiği bilgisi var, o gelen yazıda gizlilik gibi bir ibare olmasına rağmen açılan soruşturmaların ilgili evrakına ek olarak iliştirildiği söyleniyor. Soruşturma açmak, akademisyeni okuldan uzaklaştırmak, yarı zamanlılarınsa okulla ilişiğini derhal kesmek gibi durumlar var. Bu bir tarafıyla eğitim hakkının engellenmesi... Herhangi bir hukuki temeli olmadan yapılıyor. Böylece bir yandan da belli bir meslek grubunu itibarsızlaştırıyorlar. Daha önce Gezi, Ankara ve başka davalarda görüldüğü gibi avukatlara, hekimlere, mimarlara yapıldığını gördük” diye durumu özetliyor.
Adli ve idari
Akademisyenler iki türlü soruşturmayla karşı karşıya. İlki çalıştıkları yerin idarecisinin açtığı soruşturma, diğeriyse savcılığa suç duyurusuyla başlayan adli ve cezai soruşturma… Henüz soruşturma başlatmayan rektörlüklerin, İstanbul merkezli yürütülecek adli soruşturmayı beklediği, merkezdeki bu soruşturmaya göre hareket edeceği düşünülüyor. Örneğin, Yalova’dan görüştüğümüz kişiler, üniversite yönetiminin bu sebeple, imzacı üç akademisyene yönelik soruşturma yerine sadece ‘inceleme’ başlatmayı tercih etmiş olabileceğini düşünüyor. Ancak Erzurum’da Ramazan Kurt, Düzce’de Latife Akyüz örneğinde olduğu gibi cezai soruşturmayı beklemeden akademisyenlerin ‘cezasını kesen’ üniversiteler de var. Şayet İstanbul’daki cezai soruşturmadan akademisyenler aleyhine bir sonuç çıkmazsa ortaya garip bir durum çıkmış olacak. Avukat Arın Gül Yeniaras, “Bu durumda akademisyenler bir zarara uğramış olacak, bu doğan zararlardan insanlar tazminatlarını talep etmeye başlayacaklar. O da ayrı bir süreç, ayrı bir dalga… Bu itibarsızlaştırmaya karşı hukuki bir denge aramaya kalkışacağız” diyor.
Yerel medya
Taşra üniversitelerindeki akademisyenlerin hedef gösterilmesi sürecinin çoğunlukla yerel medya organlarıyla başladığı görülüyor. Akademisyenlerin ağzından çıkan ilk cümlelerden biri çoğu zaman “Yerel gazetede haberimi gördüm” oluyor. İsim ve çalıştığı bölüm gibi bilgilerin yanında fotoğraflı haberler de sıkça medyada yer almış. Yalova örneğinde, esnafa ya da yerel devlet kurumları gibi yerlere bedava dağıltılan bir yerel gazete linç kampanyasının takipçisi olup ‘rektör hala sessiz, vatandaş tedirgin’ minvalinde haberler yaparak, rektörü girişimde bulunmaya zorladı. Bunun üzerinde rektör basın açıklaması yaparak bildiriye imza atan akademisyenlere inceleme başlatıldığını duyurdu. Yerel medyaya eş zamanlı olaraksa çoğunlukla ülkü ocakları gibi örgütlerin açıklamaları, çağrıları veya Erzurum’da görüldüğü gibi oda baskınları, telefon aramalar, tehditler geliyor. Akademisyenler, örgütlü olduklarından dolayı belli gruplardan tarafında çoktan bilindiklerini, bazılarıysa bu sebeple önceden birtakım tehditlere maruz kaldıklarını söylüyorlar.
Doktorası yandı
Üniversite yönetimlerinin akademisyenlere karşı kullandığı tek silah soruşturma veya uzaklaştırma değil... Araştırma görevlisi statüsündeki akademisyenlerin büyük çoğunluğu doktora çalışmalarına devam ediyor ve üniversitelerde sözleşmeli olarak çalışıyor. Bu sözleşmelerinse 1-2 senelik yenileme dönemleri oluyor. Bu durumdaki genç akademisyenler, ‘sözleşmeleriniz yenilenmeyecek’ tehdidiyle de karşı karşıya… Bu kişiler kadrodan atılsa bile öğrenci kayıtları silinmiyor. Birçok üniversitede, bu akademisyenlerin bağlı olduğu enstitülerin ‘öğrenci soruşturması’ başlatacağı söylentisi dolaşıyor. Benzer durumda olan Erzurum Atatürk Üniversitesi’ndeki görevinden uzaklaştırılan Ramazan Kurt şunları söylüyor: “Yeni kadro almıştım, üç yıldır Erzurum’dayım, doktorada ders aşaması bitmişti, yeterliliğe girecektim. Beni üniversiteden atmazlarsa bile Ağustos’ta sözleşmem yenileniyor. Enstitü kadroluyum, bizde böyle bir problem de var, şu aşamada doktoramı da başka yere alamıyorum, bu süreç bitene kadar beklemek durumundayım. Doktoraya seneye başka bir üniversitede yeniden başlayacağım, derslerimi sayarlar mı bilmiyorum ama saymazlarsa önceki çalışmalarım yanmış olacak. Tekrar kadro bulmamsa çok zor görünüyor.”