“Hep soruyorlar, ısrarla: Ada çok mu değişti? Hatıralarımdaki Ada nasıl idi? Günlük hayatı, eski insanları, ilişkileri. ‘Rumlar'ın zamanındaki’ Ada. Onlar sordukça gözlerinde müruru zamana uğramış bir devrin kalıntısı olarak görüyorum kendimi, türlü nedenlerle nesli tükenmek üzere olan bir toplumun son bakiyelerinden...”
Akillas Milas
Toplumun son bakiyelerinden olan okulun, Özel Zoğrafyon Rum Lisesi’nin müdürü Yani Demircioğlu’yla, isimler ve geçmişi gösterme biçimleri üzerine söyleştik.
İsminizin anlamıyla başlayalım mı söze?
Yani, Hz. Yahya’nın ismidir. İsa’nın vaftiz olduğu gün, isim günüm kutlanıyor. Ioannes, Ohannes, John... Yunanistan’da İoannis olarak kullanılıyor, biraz daha resmî... İstanbul’da bu şekilde pek kullanılmadı. Kimliğimde ‘Yani’ yazıyor: Yozgat, Ankara, Niğde, İstanbul.
Sizin için neden bu isim seçilmiş?
Dedemin ismi... Ben doğduğumda dedem çok ağır hastaymış, ölüm döşeğindeymiş. Ben üç-dört aylıkken vaftiz olmuşum ki, dedem ölmeden onun ismi bana verilsin. Aile içinde en uzun boylu kişi dedemmiş, en azından boyumu ondan almışım.
Vaftiz anne ve babanızın dedenizle nasıl bir ilişkisi varmış?
Ninemin ikinci dereceden kuzeni vaftiz etti beni. Hem vaftiz annem, hem vaftiz babam vefat etti. Onların yani isim anne ve babamın oğullarının adı da Yani. Bu nasıl oldu bilmiyorum. İstanbul’da herkes beni “Yanaki” diye çağırır. –aki eki, Ahmetçik, Mehmetçik’teki ‘cik’ ekinin anlamını taşır. Bugün okul müdürü olmama rağmen hâlâ herkes beni böyle çağırıyor. Samimiyetten... Küçükken ailemle Moda’daki Koço Restoran’a giderdik. 10 sene öncesine kadar Moda’nın tek balık lokantası orasıydı. Lokantada Yani isimli bir garson vardı, onu hep “Yanaki” diye çağırırlardı. Komiğime gidiyordu, koskoca bir adama Yanaki diye bağırıyorlar diye düşünüyordum, sonra bu Yanaki’yi ben üstlendim.
Siz çocuklarınızın hangi isimleri üstlenmesini tercih ettiniz?
Bir kızım annemin ismini aldı; Sultana. Fakat Tania’yı kullanıyoruz, Selanik’te Sultana’lara Tania adı verilebiliyor. Kızım Tania’yı daha çok seviyor. Küçük kızım da anneannesinin ismini aldı; Eleni. Çocuklara anne ve babaların ismini verme âdeti şimdi pek yok. Bir de, verilen isimlerin kilise tarafından kabul edilmesi gerekiyor, son zamanlarda bu durumda da biraz kayma var. Bazıları Yunanca ve Türkçe aynı olan fakat vurgulamaları faklı olan isimleri alıyorlar, mesela Melisa veya Defne. Daha çok karma evliliklerin çocuklarında oluyor bu.
Bu tarz isimlerin seçilmiş olması, karma evlilik yapılmış olduğuna işaret ediyor mu?
Çocuk bir Rum okuluna gidiyorsa, bunu daha çabuk kavrıyorsunuz; Türk okulunda veya yalnız Türklerin bulunduğu kesimde anlamak kolay olmaz. Aşağı yukarı 10 sene önceye kadar Rum okuluna kayıt yaptırabilmek için yalnızca babanın T.C. vatandaşı, Hıristiyan ve Rum Ortodoks olması gerekiyordu. Şimdi anne de bu koşulları taşıyorsa, yani anne ve babadan sadece biri Rum ise, çocuklarını Rum okuluna verebiliyorlar. Türkiye-Yunanistan arasındaki kötü günlerin bedelini ödeyen bir kesim olarak biz yüz binlerden kala kala iki bin kişi kaldık. Azalmamızın çeşitli sebepleri var. Okula kayıttaki durum da böyle. Bu, bir bakıma okullardaki Rum öğrenci nüfusunu azaltmaya yönelik bir düzenlemeydi. Politika gereği, yalnız babanın kimliğine bakıyorlardı.
Bu sebeple canı yanan, mücadele eden çok insan oldu mu?
Olmaz mı! 70’li yıllarda evlerinde yalnız Rumca konuşan Arnavut kökenli vatandaşlar İstanbul’dan gitmek zorunda kaldı. Baba Arnavut kökenli Rum’da mesela, kayıt yaptıramadı ve gitti. Halbuki bizim okulumuzun kurucusu olan Hristakis Zoğrafos da Arnavut kökenliydi. 122 sene sonra öğrencilerle birlikte kurucumuzun memleketini, Arnavutluk’taki köyünü ziyaret ettik. Daha sonra Yunanistan’daki okuluna da gittik. Öğrencilerimize kendi tarihlerini, kimliklerini öğretmemiz gerekiyor. Ben geçmişi hem kimlik, hem de tarihimizi bilmemiz açısından önemli buluyorum. Geçmiş, benim için geçmişteki hataları tekrar yapmamamız açısından önemli. Fakat bugün bile lüks; önemli olan gelecek. Geleceğe nasıl devam edeceğiz? Bir zamanlar İstanbul’da Rum cemaatinin 59 okulu olduğunu düşünürsek ve bugün sadece üç büyük okul ve iki ilkokul kaldıysa…
Bu kalan okulların öğrencilerine, çocuklara kimlikleri nasıl anlatılır, ne öğretilir?
İlle de “Sen şusun, busun” diyerek anlatılmaz. Benim yaklaşımım şu şekilde: Herkesin anadiline saygı duyuyorum, ama okulumuzun anadili Rumcadır ve biz Rumcayı iyi bilmek zorundayız. Bilmezsek yok olmakla karşı karşıya kalırız. Bunun dışında, öğrencilere geçmişimizi göstermek için, mesela, beden derslerini Beyoğlu Spor’da yaptırıyoruz ve bu şekilde diyoruz ki, “Bakın, burada da bir kurumumuz vardı.” Beyoğlu Spor, 1800’lü yıllarda Ermis adıyla kurulmuş, sonra Pera olmuş, Cumhuriyet kurulduktan sonra ‘Beyoğlu Spor’ adıyla devam etmiş. Kurtuluş Spor Kulübü 1896’da kurulmuş; ilk olimpiyat şampiyonu oradan çıkmış. Bunları hatırlatarak, kurumlar içinde dolaşarak, eski ve başarılı vatandaşlarımızdan söz ederek, büyük bayramlarda kiliselere giderek çocukların kimliklerini, kendilerini tanımasına olanak sağlıyoruz. Ben şahsen, yalnız imza ve mühür atan bir müdür değilim.
Müdür olmadan önce, askerlik gibi özel dönemlerde isminiz ve kimliğiniz nedeniyle sıkıntı yaşadınız mı?
Askerde oldu. 80’li yıllarda, Balıkesir Ordu Donatım’da askerlik yaptım. Onbaşı, çavuş rütbelerini alamamıştım ve komutanım bunu bana özür dileyerek söylemişti. Rütbe alamadım ama hep onbaşı ve çavuş rollerini üstlendim. Dönerken, belki hiç kimseye nasip olmayan bir şey oldu. Bu benim için hâlâ tüyler ürpertici ve duygulandırıcı: 500- 600 kişilik içtima alanında askerler toplandı, tempoyla “Güle güle yani komutan” diyerek beni yani ‘Pırpırsız Komutan’ı uğruladılar. Askere gidişimde de enteresan bir şey var: Zoğrafyon Lisesi’nden arkadaşım Laki Vingas’ın gittiği bölüme gittim. O döndü, ben gittim. Laki’nin öğrencileri benim komutanım oldu. Laki kendini Rum olarak tanıtmıştı, zaten tanıtmamak imkânsız. Rum olmak orada bana şunu düşündürmüştü: Bana rütbe verilmediği zaman arkadaşlarım ne düşünecek? Sakıncalı mıyım? Bu düşünce beni çok rahatsız ediyordu. Ama bugün tekrar aynı grupla birlikte olabilmek için yalnız 15 günlüğüne askere gitmek isterdim. Bizim bölükte Soner Atadan Olgun da vardı. Nükhet Duru’nun menajeri ve Bravo dergisinin genel yayın yönetmeniydi. Dergiye, ‘Bir kadın dudağı özledim’ başlıklı, askerliği yeren bir yazı yazmıştı. Toplatılacağını düşündüğümüz dergideki o yazıda, bir de şöyle söylüyordu: “Peki, askerliğin hiç mi güzel tarafları yoktu? Vardı; gayrimüslim oldukları için rütbe takamayan Yani’ler, Yasef’ler, güzellikleri arasındaydı.” Yasef de bizim dönemdendi, Musevi bir arkadaş...
Yani’ler, Yasef’ler daha kalabalık bir nüfusa sahip olsaydı, acı olaylar sonucunda gitmemiş olsalardı, bugün bizim veya kurumlarımızın isimleri, birileri için daha bilindik olur muydu?
Bu gelişmişlik midir, tutuculuk mudur bilmiyorum ama birileri yanlış söylese de ben ismimin Yani olmasından çok mutluyum. Bazen “40 senelik Yani, oldu Gani!” derler, beni Yahya diye çağırırlar. Okulumuzun adı da yanlış söylenebiliyor. Okulumuzun bulunduğu yerde 1804 yılından beri okul varmış. Birincisi ahşapmış, yanmış. 1846’da başka bir okul kurulmuş ama ihtiyaca cevap vermiyormuş. 1890’ların başında bir yardım kampanyası düzenlenmiş. Banker Hristakis Zoğrafos 10 bin Osmanlı altını hibe ederek okulun kurulmasına yardımcı olmuş. Ona teşekkür etmek için bu okula Zoğrafos’un okulu anlamına gelen ‘Zoğrafyon’ adı verilmiş… Biz de ismimizle halen devam ediyoruz.