Ayvazovski madalyalarını nasıl denize attı?

“İstanbul Erivan’ı Salladı” başlıklı bir ‘haber-analiz-hatırat’ yazısı yayımlandı bu hafta, Hürriyet gazetesinde. İçerikteki maddi ve ‘manevi’ hatalara dikkat çekmeden önce, sanıyorum bu yazının iyi ve yapıcı bir amaçla yazılmak istendiğini söylemek gerek. Ama barışın bir maliyeti var.

İstanbul Erivan’ı Salladı” başlıklı bir ‘haber-analiz-hatırat’ yazısı yayımlandı bu hafta, Hürriyet gazetesinde. İçeriğin başlık ile pek alakası yok. Dünyaca ünlü Ermeni ressam İvan (Hovhannes) Ayvazovski’nin tablolarının barkovizyon yapıldığı bir çalışma Yerevan’da sergilenmiş, yazı onunla ilgiliydi.

İçerikteki maddi ve ‘manevi’ hatalara dikkat çekmeden önce, sanıyorum bu yazının iyi ve yapıcı bir amaçla yazılmak istendiğini söylemek gerek. Yazar, dostluk, kardeşlik hüküm sürsün, açılsın artık şu sınırlar çağrısıyla yazmış. Ama barışın bir maliyeti var, sorunları çözmenin bizim icat etmemize gerek olmayan belli başlı uluslararası normları var. Hepsini bir tarafa bırakalım, tüm bunların üstesinden gelebilmek için en çok samimiyete ihtiyaç var.

Yazıda, geçen hafta bu olağanüstü organizasyonun, Yerevan’ın “tam göbeğinde” yapıldığı salonun hınca hınç dolu olduğu yazılmış. Ne yazık ki, Yerevan’ın kültürel hayatıyla bir parça ilgilenen biri olarak bu organizasyon hakkında hiçbir şey duymadım. Gözden kaçırmışım diyerek, tüm gün Ermenistan basınını taradım, ama ne yazık ki yine bir şey bulamadım. Kısaca ‘sallantıdan’ Yerevan’ın büyük bir kısmının, hatta o konserdeki “yüzlerce” kişi dışında kimsenin pek haberi olmamış. O yüzden, o gece hakkında pek bir şey iletemeyeceğim. Mecburen yazıdaki ‘tuhaflıkları’ kurcalayabileceğim sadece.

Makaleye göre “Özbek Piyanist” Anjelika Akbar, Azvazovski’nin İstanbul temalı resimleri için şarkılar bestelemiş. Sayın Akbar, Özbek değil Kazak. Şimdi, “Ya hu ne önemi var, ha Özbek, ha Kazak, önemli olan sanatın dili” diyebilirsiniz belki...

Yazının ara başlıkları da hiç fena değil; “Tarihî Gün”, “Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde ikinci kırılma noktasıdır bu konser” demiş yazar.

Ayvazovsky

‘Kırılma noktası’ mı?

“İkinci kırılma noktası”nın hangisi olabileceğini tartışmak için kuşkusuz “birinci kırılma noktası”nın ne olduğundan emin olmak gerekiyor. Bu iki ülkeden (dönem dönem başka ülkeler de dahil olurlar) Türkiye-Ermenistan ilişkisiyle ilgilenen birçok insanın köşe taşı olarak kabul ettikleri bir tarih vardır mutlaka, ama bu kadar cesur ve emin bir kronolojisi olanına rastlamadım.

Yazar, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde futbol diplomasisini milat kabul etmiş olabilir, ama “Abdullah Gül’den ne önce, ne sonra hiçbir Türk yetkili o topraklara gitmedi, o ‘yasaklı’ topraklarda hiçbir Türk etkinlik yapmadı” ne demek?

Cumhuriyet’in ilk yıllarında İsmet İnönü’nün Ermenistan’a yaptığı ziyareti, 1990’larda Türk diplomatların Ermenistan’daki özel toplantılara katıldığını bilmeyebilirsiniz, (magazin gazetecisi değilseniz, bilmeniz iyi olur) hatta Turhan Çömez, Ali Babacan, Feridun Sinirlioğlu ve Türkiye Dışişleri Bakanlığı’ndan diplomatların son 10 yılda Ermenistan’da neler yaptıkları konusunda fikriniz bile olmayabilir, ama dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun 2013 Aralık’ta Ermenistan’a “Karabağ’dan çıkın, protokollere devam edelim” mesajını vermek için Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın Yerevan toplantısına katıldığından da mı habersizsiniz? Madem habersizsiniz, bir iki satır okuyup öyle yazmanız gerekmez miydi?

Ermenistan ve Türkiye arasında 1990 yılından bu yana yapılan yüzlerce Track 2 (kamu diplomasisi) ve  STK çalışmalarını, konferansları, ortak araştırmaları, öğrenci-öğretmen-gazeteci ve daha nice değişim programlarını, yaz okullarını hiç anlatmayalım. Özetle, sizin bu konser, Türkiye-Ermenistan arasında bir ilk falan değil.

Manevi hatalar

Yazara göre bu konser, Ermenistan’a barışın dilini getirmiş, düşmanlığı bırakmak gerektiğini anlatmış. Öncelikle, “Ermenilerin yaşadığı travma” konusu, artık anlamsız bir yere doğru gidiyor. Bu yazıda da bu travmayla baş etmek için Ermenilerin unutmayı değil, hatırlamayı seçtikleri söyleniyor. 100 yıl öncesindeki tarihî bir gerçeği unutmadıkları için bir halka “hasta” muamelesi yapmanın, artık su kaldıracak tarafı kalmadı. “Soykırım, Ermeniler üzerinde iz bırakmıştır, gündelik hayatlarını etkilemiştir” ayrı bir konu. Fakat “1915’te tıkılıp kaldılar, kimliklerini bunun üzerine inşa ettiler, onları bu ruh halinden sanatla, sevgiyle kurtarmalıyız” önermeleri, artık 2015’te gülünç olmaya başladı. Ermenilerin kurtarılmaya ihtiyacı yok, herkes oldukça sağlıklı. Sağlıksızların sayısı her toplumda, halkta olduğu kadar. Ermenilerin maruz kaldığı soykırım sorununun çözümü, yani kabulü, bugün Türkiye için sadece hukuki bir sorun, tarihî bile değil...

Başlığa gel

Yazar bu başlıkla “Ayvazovski’nin İstanbul konulu resimleri, Erivan’da ilgi gördü” demek istemiş. Bahsedilen “Ayvazovski’nin İstanbul’u” dijital sergisi, aslında 1 Ekim’de henüz Yerevan’a gelmeden, önce Ankara da tanıtıldı. Rus ressamın eserleri haberleri ile... Ama gelin görün ki,  kimsenin aklına “Ermeni Ressam, Ankara’yı salladı” diye bir başlık atmak gelmedi.

Ayvazovski’nin 200’den fazla İstanbul tablosu olduğu doğru. İstanbul’a birçok defa Osmanlı sultanlarının davetiyle geldiği de... Fakat “İstanbul dünyanın en ihtişamlı şehri. İstanbul’a hayranım” demiş olduğunu, ben herhangi bir kaynakta okumadım. Fakat yazarın iddia ettiği gibi, Ayvazovski’nin bu sözleri söylemiş olabileceği,  İstanbul’un gerçekten dünyanın en ihtişamlı şehirlerinden biri olduğu düşünüldüğünde çok muhtemel.

Hürriyet’teki yazıda, “Ermeni asıllı Rus” ressamın, padişahlar tarafından liyakat madalyalarıyla onurlandırıldığı söylenmiş. Bilgi doğru, ama eksik...

Madalyalar denizde

1894-1895 Sultan Abdülhamid döneminde Osmanlı’da Ermenilere katliamlar yapıldığında, Ayvazovski olup bitenden çok etkilendi. 1915 Soykırımı’nın gölgesinde kalsa da, Ermenilere yönelik 1894-96 Katliamları, Osmanlı’daki Ermeni varlığına vurulan en büyük darbelerden biriydi. 1894’te Sason’da, 1895’te Trabzon’dan başlayarak tüm Orta ve Doğu Anadolu vilayetlerine, Halep ve Kilikya’ya yayılan, 1896’da ise Van, Eğin ve İstanbul’da yapılan bu katliamlardan sonra, 80 yaşındaki ressam, Osmanlı padişahları tarafından verilen madalyalarını önce köpeğinin boynuna bağlayıp doğduğu şehir Kırım Thedosia’daki (Kefe) Türk tüccarların mahallesine gitti, orada herkesin gözüne madalyaları sokarcasına yaptığı yürüyüşten sonra, Ayvazovski, köpeği ile birlikte deniz kenarına gidip madalyaları denize attı. Ertesi gün, Osmanlı Konsolosu ile buluşan ressam, “Madalyaların hepsini denize attım, bak kurdeleleri burada, al bunları Padişah’a götür, isterse o da benim resimlerimi denize atsın, umurumda bile değil” dedi.

Ressam, ilerleyen günlerde ‘Trabzon’daki Ermeni Katliamı’, ‘Gecedeki Yalnız Gemi’ ve ‘Marmara Denizi’nde Trajedi’ eserlerini yaptı. Ayvazovski’nin o yıllarda Batı Ermenistan’dan Theodosia’ya kaçan çok sayıda Ermeni’ye de yardım ettiği biliniyor.

Tarihin, yaşananların bir kısmını görmezden gelerek ya da istediğimiz taraflarını cımbızlayarak ne yazabilir, ne de politik sorunlar hakkında fikir yürütebiliriz. Türkiye basınında uzun süredir Ermenistan ve Ermeniler konusunda hâkim olan bu ‘amatör’ ve özensiz tarzla ‘bir şeylere’ fayda sağlamak, pek mümkün olmayacak.



Yazar Hakkında