MURAT CANKARA
Vaktizamanında, karşılaştırmalı edebiyat disiplininin kurucularından Fernand Baldensperger, hiç üşenmemiş, yememiş içmemiş, 1650-1840 yılları arasında ‘romantik’ sözcüğünün 600’den fazla anlamda kullanıldığını saptamış. Arthur O. Lovejoy ise onun kadar dirençli çıkmamış, bu sözcüğün çok fazla anlamda kullanıldığını, dolayısıyla artık içinin boşalarak hiçbir anlama gelmediğini (ne şaşırtıcı!), bu durumda çarenin (biraz radikal olsa da) ‘romantizm’ hakkında konuşmamak olduğunu söylemiş. Gerçekten de, konu üzerine ‘peypır’ hazırlayan tazecik genç için fazla karmaşık bir mevzudur bu. Nasıl oluyordur da ilericisi, gericisi, muhafazakârı, devrimcisi, milliyetçisi, enternasyonelcisi, Katoliği, ateisti, şüphecisi, kozmopoliti, monarşisti, bireycisi, halkçısı; hepsi, hepsi romantik olabiliyordur? Allahım neden ona hem Goethe’yi hem Necip Fazıl’ı aynı anda romantik yapanın ne olduğunu daha küçük yaştan öğretmedin? Sen ki bütün akımların özelliklerini ve temsilcilerini ezbere bilirsin (Oğuz Atay’a selam olsun).
Romantizmin ‘milli’si
Hasan Aksakal ‘Türk Politik Kültüründe Romantizm’ kitabında epey güç bir işin altına girmiş; Türkiye’nin son iki yüz yıllık politik kültürünü ‘romantizm’ kavramı ışığında inceliyor. Yazar, Şerif Mardin’in “geç modernleşen toplumlarda Romantizmin fikrî bir güç oluşturduğu” tespitinden ilhamla, Tanzimat’ın ilk kuşağından günümüze gelen ‘Türk romantizmi’ni (eğer böyle bir şey varsa) anlamaya ve tanımlamaya çalışıyor. Yani amaç, “modern(leşme sürecindeki) Türkiye’nin politik kültüründeki ‘millî romantizm’i tespit ve tahlil etmek”. Bunu yaparken ‘vatan şairi’ Namık Kemal’den başlayıp günümüze gelerek, Türk aydınının (bunun yerine ne kullanılacağını bilen beri gelsin) Batıda 18. yüzyılda doğmuş olan romantik edebiyatı, felsefeyi ve siyaseti nasıl yorumladığını, anladığını (biraz da anlayamadığını) göstermeye çalışıyor, Aksakal. Başlıkta ‘politik kültür’ deniyor ama edebiyat, felsefe ve yer yer sinemaya değinmeden de anlaşılacak şey değil bu illet. Dolayısıyla şöyle bir yapıdan söz edebiliriz: Öncelikle Alman, sonra da Avrupalı romantiklerin oluşturduğu kavramsal altyapının bir çerçevesi çiziliyor. Ardından da Tanzimat’tan günümüze bu kavramların nasıl eğilip büküldüğü; ister düşüncede olsun isterse gündelik/toplumsal yaşamda ya da siyasette, nasıl karşılık bulduğu örneklendiriliyor. Bu anlamda, modern kültürle ilgilenen herkesin ilginç şeyler öğrenebileceği, üzerine düşünmek için fazlasıyla çok iddia ve bağlantı noktası bulabilecekleri bir çalışma. Hatta, Hayri K. Yetik’in ‘Romantik Ortadoğu’suyla birlikte (altına da Heinrich Heine’nin ‘Romantizm Okulu’ ve Isaiah Berlin’in ‘Romantikliğin Kökleri’) güzel fakat fazlasıyla yorucu bir geç-tatil paketi de yapılabilir.
Hatırı sayılır bir emeğin ürünü olan bu kitabın olumlu/olumsuz çok eleştiri alacağına, tartışma yaratacağına eminim. Bu kapsamda bir tanıtım yazısında eleştiriye girişmek kitaba haksızlık etmek olur. Ama yine de şunları söylemeli: Bir anlamda, “modernleşen/batılılaşan (hangisini dilerseniz) Türkiye hakkında her şey”e dönüşme tehlikesi var böylesi bir girişimin. Şu sefil halimle ben kitabın kapsamına girmeyecek bir şey bulamıyorum, siz bir de yazarını düşünün. Her bölümde aynı isimlerin üzerinden tekrar geçilmesi (bölümleme çok yorucu), bağlantılar kurulurken değinilen isimlerin velutluğundan ve kavramların derinliğinden ve güncelliğinden kaynaklanan yeni bağlantıların/isimlerin çekiciliği (gezerken Gezi’ye bile uğruyor yazar), kullanılan romantik torbasının büyüklüğü (bu biraz da kaçınılmaz görünüyor), meşhur yokluk tespitimiz (bizde Aydınlanma olmadığından şu yok, bu da yok), gayrimüslimlerin adını bile anmadan romantizmin geç Osmanlı düşüncesine girişinin ele alınması (bir çalışmadan her şeyi bekleyemeyiz ama ‘Türk’ü bir vakum içinde görmek için fazla renkli zamanlardayız), ‘Cemil Meriçvari’ bazı genellemelerin kışkırtıcılığı yazarın başını ağrıtacak gibi görünüyor.
Türkiye’nin ata sporu
Ne anlıyoruz tüm bunlardan? Romantizm Türkiye’nin ata sporu; edebiyatı, tarihi, eğitimi, sporu, sağcısı, solcusu hep romantik bu toprakların. Duble yol yapmak için gerektiğinde bir caminin bile yıkılabileceğini söyleyebilen rasyonel kalkınmacılıkla (Faust’a selam olsun), şehit ailelerinin kurban bayramını ‘already’ idrak ettiği fikri arasında neden bir çelişki olmadığını da anlıyoruz. Sonra “Türkiye’de sol sağdır, sağ da soldur” vecizesindeki hikmeti anlar gibi oluyor ve coşuyoruz: Türkiye’de sol sağdır ama sağ da sağdır. Hatta, daha doğrusu, Türkiye’de sağ sağdır ama sol ölüdür.
Türk Politik Kültüründe Romantizm
Hasan Aksakal
İletişim Yayınları
312 sayfa.