Radikal spor sayfası yazarlarından Banu Yelkovan, bugünkü köşe yazısında Emre Belözoğlu - Zokora atışmasıyla gündeme gelen ırkçılık tartışmalarına son noktayı koydu; 'Yaşanan son olay özümüzü yüzümüze vurdu. Meseleyi sadece Emre'ye yükleyemeyiz. Acı ama gerçek şu ki hepimiz ırkçıyız...' Öte yandan PFDK'ya sevk edilen Belözoğu'nun ırkçı hakaretinin görüntülerde tespit edildiği aktarılıyor.
Neden ezeli rakip, ebedi dost biliyor musunuz? Çünkü Abdülhamit’in baskı rejiminde, padişahın Müslüman gençlerin örgütlenmesini istemediği yıllarda, futbolun bu yüzden mecburen gayrimüslim azınlıkların ve yabancıların oyunu olduğu dönemde, İstanbul Futbol Ligi’nin orijinal adı Constantinople Football Association League iken, bu lige katılan ilk iki Türk ve Müslüman takım onlar olduğu için. Rakipler, çünkü ‘aynı’ ligde şampiyon olmaya çalışıyorlar, dostlar çünkü ligin Türk ve Müslüman tek takımları onlar. Ezeli rakip ve ebedi dost. Kapiş?
Ama takımlarda, o dönem futbolu en iyi bildikleri için azınlık futbolcular da oynuyor. Hele Fenerbahçe, Kalamış ve Moda gibi azınlıkların çoğunlukta olduğu yerde kurulduğundan, onlarda daha çok. Türklük ve Müslümanlık önemli değerler ama ‘Fenerbahçelilik’ farklılıkların üzerini örten üst kimlik gibi.
Mesela Karnik Arslanyan diye Ermeni bir kalecisi var Sarı-Lacivertlilerin. Zamanın plonjon yapan ‘modern’ kalecilerinden. Döneme ait çok bilgimiz yok ama Arslanyan’ın 1915 tehcirinden kurtulduğunu biliyoruz. Yok oluyor, önce Romanya, sonra Kanada’da görünüyor. Nasıl kaçtığı bilinmiyor. Kaçışını organize eden takım arkadaşları hariç.
Lefter’in de benzer hikâyesi yok mu? 6-7 Eylül olaylarında evine saldıranları önce komşuları, sonra teknelere doluşup gelen Fenerbahçelilerin engellediği anlatılmaz mı? Yöneticilerin sporu ve futbolu ‘milliyetçi’lik pompalamak adına kullandıkları dönemde bile futbol ve spor, barış ve kardeşliği öğretmedi mi bize? Bu yüzden ister “Nigger” ister “Prick” demiş olsun, Emre’nin tavrı önce spora, sonra oynadığı takımın değerlerine ters. Ama suçu Emre’nin sırtına yükleyip vicdanları rahatlatmanın da âlemi yok. Çünkü hepimiz ırkçıyız.
Lefter’in soyadı mesela, gençliğimde yarışmalarda ‘zor soru’ kategorisindeydi. Rum olduğu herkesin bildiği ama bilmezlikten geldiği bir sır gibiydi. Bu yüzden ona sadece ‘Lefter’ diyorduk. Bu yüzden heykelinin altında bile, “1963’te futbolu bıraktıktan sonra ülkemizden ayrılmayarak Büyükada’ya yerleşmiştir” yazıyor. Kim kimin ülkesini bırakmadı arkadaşlar? Irkçıyız, çünkü Emre basın toplantısında yanına Yobo’yu alıp, “Bakın benim ‘zenci’ arkadaşlarım var” demek istiyor aslında. ‘Gay’ dostlarıyla, ‘Kürt’ arkadaşlarıyla övünen, güya onları farklı görmediğini anlatırken, onları ‘sınıflandırdığı’ için ayrımcının hem de daniskası olduğunu fark etmeyen insanlarız. Haberlerde
‘Yahudi asıllı yönetmen’, ‘Ermeni asıllı yazar’ ibarelerini yadırgamayanlarız. ‘Ermeni’ kelimesinin en yetkili ağızlardan hakaret niyetine çıktığı bir ülkedeyiz.
Söylenmiş veya söylenmemiş olsun, şunu bilin ki ‘f.cking nigger’, ‘pis zenci’ demek değil. Burada ‘zenci’ yıllarca siyahi insanları tanımlamak için kullanıldı. ‘Pis zenci’ dendiğinde çoğu insan ‘kaka çocuk’ kategorisinde filan değerlendiriyor ve annesine sövmenin daha ağır hakaret olduğunu düşünüyor. Nasıl ‘ananı...’ diye başlayan bir küfür annelerle ilgili cinsel duygular içermiyorsa, ‘pis zenci’ de ırkçılık içermiyor onlara göre. Biz ne zaman ‘f.cking nigger’ı ‘Bilmem ne yaptığımın kara köpeği’ diye çevirirsek nasıl ağır bir küfür olduğunu anlamaya biraz yaklaşırız. O da çoğunlukken, azınlığın nasıl hissettiğini hissetmeye ne kadar yaklaşırsak o kadar.