3. Mardin Bienali, 15 Mayıs’ta başladı. 15 Haziran’a kadar sürecek olan, ‘Mitolojiler’ temalı bienalde, 100. yıldönümünde Ermeni ve Süryani soykırımlarına ilişkin pek çok gönderme bulunuyor. Hem eserler, hem de mekân kullanımlarıyla...
20’si yabancı 62 sanatçının 70’e yakın işinin yer aldığı 3. Mardin Bienali’nin ana mekânları, uzun zaman sonra ilk kez kapılarını açan iki yapı: Bugün şehirde ‘Alman Karargâhı’ olarak anılan, Mardin’in önde gelen ailelerinden Atamyanların konağı ve Süryani Soykırımı’nda (Seyfo) büyük ölçüde boşalan ve 1933-1945 yılları arasında askerî hastane olarak kullanılan Mor Efrem Manastırı…
Manastırda kedi iskeleti
1884 yılında açılan ve büyüklüğü açısından Deyrulzafaran Manastırı’yla kıyaslanan Mor Efrem Manastırı’ndaki kilisede, Stuart Brisley’nin ‘Mezopotamya Kedisinin Evi – Bölge Anatomisi Kapsülü’ başlıklı ses yerleştirmesi yer alıyor. Bu çalışma, 100 yıl önceki ayinlerde Mardinli Süryanilerin en şık elbiseleriyle doldurduğu manastırı yıkıntı haline getirmiş olan Seyfo’ya çok güçlü bir atıfta bulunuyor. Kilisede ölü bulduğu kediyi mekânda bırakarak, orada bir ses yerleştirmesi kurgulayan sanatçı, ölü kedinin, Mardin’den silinen Süryani halkının varlığına işaret ettiğini söylüyor.
Venedik Bienali’nde Ermenistan’a Altın Aslan’ı kazandıran Ermenistan Pavyonu’ndaki sanatçılar arasında bulunan Aikaterini Gegisian da, bienal için, soykırım göndermesi yapan bir işe imza atmış. Gegisian, manastırın bir odasına yerleştirdiği ‘Çiçek Hırsızı - 1’ adlı fotoğraf üçlemesinde, çiçeklerin kendi ortamlarından koparılıp –soykırımdan kurtulanların daha sonra buluşmaları gibi– farklı yerlerde bir araya getirilmesine dikkat çekiyor.
Atamyanların konağı
Bienalin bir başka mekânı, Mustafa Kemal’in 1. Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi’nde görevli olduğu dönemde karargâh olarak kullandığı İskender Atamyan Konağı. Ani Setyan, bu mekânda yer alan ‘Konservasyon’ adlı yerleştirmesinde, kare cam kavanozlar içinde ‘koruma’ya alınmış yüreklerden oluşan bir duvar örmüş. Halil Altındere’nin özel projesiyle sergiyi gezen çocuklar, bu yüreklerin Mardin’den ‘giden’ Süryanilerin burada kalan kalplerini simgelediğini düşünüyorlar. Benim için ise, bunlar, soykırımda katledilenlerin yürekleri.
Deniz Aktaş’ın ve Sait Tunç’un fotoğraf arşivleri de soykırımın izine şahitlik ediyor. Aktaş, babasının Diyarbakır Nüfus Müdürlüğü’nde çalıştığı dönemde eline geçen fotoğrafları sergiliyor. Bienali gezen bir Mardinli Süryani, bu arşiv sayesinde, Mor Efrem Manastırı’nda büyümüş olan dedesinin fotoğrafını bulmuş. Tunç’un arşivinde ise, soykırım sonrasında yetim kalan Ermeni çocukların fotoğrafları öne çıkıyor.
Tunç’un ‘Kara Kefen’ adlı yerleştirmesi de konusunu soykırımdan alıyor. Atamyan Konağı’nın bir odasına konan, kara kefene serilmiş tabut ve bu odada yankılanan Ermenice ağıt, Müslümanlaştırılan Ermeni kadınların çektiği sonsuz acıları simgeliyor.
Ani Harabeleri Mardin’de
Evrim Kavcar’ın, konağın üst katına yerleştirdiği ‘Dikkat Boşluk Var’ adlı enstalasyonu ise, inşaatlardaki ikaz levhasını, 100 yıl önce Atamyanlara ait olan bu konağın balkonuna taşıyor. Kavcar, evin eski sahiplerinin ve Mardin’in tüm eski sakinlerinin yokluğundan doğan boşluğa, bizi bu levhayla uyararak dikkat çekiyor.
Fransız sanatçı Romain Kronenberg ise, bugün Kars ili sınırları içinde yer alan, Ermeni Pakraduni Krallığı’nın başkenti Ani’yi Mardin’e taşıyor. Kronenberg, eski ile yeniyi yan yana getiren çalışmasında, Kars’ın bugün ikamet edilmeyen bölgesi Ani ile, antik şehir Mardin’in yeni bölgelerinde yükselen inşaatlar arasında, yıkıntılar üzerinden bir bağ kuruyor. Kronenberg’in, Kasımiye Medresesi’nin yakınındaki açık hava sinemasındaki ekrana yansıttığı Ani manzaraları ve ekranın arkasından kuşbakışı görünen Mardin panoraması, soykırımın ‘Ermenisizleştirdiği’ iki şehri bir araya getiriyor. Böylece, Ani’nin görkemli kiliseleri, tarihte ilk kez Mezopotamya’nın düzlüğünde yükseliyor.