KARİN KARAKAŞLI
Varlık ve yokluk, felsefe ve edebiyatın başlıca konularındandır. Nasıl olmasın ki, hayat içerisinde varoluşumuzu sorguladığımız sayısız olay gelir başımıza. Ve kendini tanımanın bir ömür süren, bitmez tükenmez bir mesai olduğunu fark ederiz. O meşhur “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusu şaka niyetine havada asılı kalır.
Parçalara bölündüğümüz, koşturmalar ve rutinlerle dolu gündelik hayatımızda sıklıkla beden ve ruh uyumunu yitiririz. Peki ama, günlerden bir gün bedenimizin tamamen yok olsa, sadece zihinden ibaret kalsak ne ederiz? Işıl Kocaoğlan’ın ‘Bir Sabah Uyandığımda Yoktum’ başlıklı ilk kitabı, bu dehşetengiz soruya yanıt arıyor.
Plazalardaki o büyük şirketlerden birinde çalışan, başarılı, kariyerinde yeni terfilere odaklı, hırslı, yetenekli, otuz altı yaşında genç bir adam, bir sabah yatağında uyandığında bedeninin yerinde yeller estiğini fark eder. Bedenine dair bütün algıları yerli yerinde durmakta, içgüdü ve tepkilerini muhafaza etmekte, gel gelelim kimse tarafından görünmemektedir. Bu görünmezlik, genç adamın başka şeyleri görmesine vesile olacaktır.
Düşünce ve zamanın girdabında
Işıl Kocaoğlan’ın novellası, konuyu biraz fazla anlatmaya kalktığınızda okuma zevkine ihanet etmiş gibi hissedeceğiniz özgünlükte bir kurguya sahip. Anlatıcının yokluk öyküsü insanı ilk satırdan alıp götürdüğü için, ona ne olduğunu anlamadan huzur bulmak mümkün olmuyor. Genç adamın şirkette, evinin kapısında, kafeteryada, uzak bir kasabada kendi annesinin yanı başında gördüğü esrarengiz kadın ise romanın sürükleyiciliğinde çok belirgin bir role sahip.
Genç adamın kendisine neler olduğunu anlamak üzere koyulduğu yol, okura çok fazla soru sorduran bir çetrefillikte. Zira burası artık düşünce ve zamanın egemenliğindeki alan. Nitekim yazar, düşünceye yüklenen anlamı anlatıcının ağzından şöyle yaşıtmış: “Düşünce, tüm dünyadan, tüm insanlardan, hayvanlardan, eşyalardan, canlılardan, cansızlardan, filmlerden, kitaplardan, yaşayanlardan, ölülerden, hepsinden, her şeyden daha somut bir şeydi. Kalıplara sığmayan, biçimlerin üzerinde, tüm evreni kapsayan, evrenin içinde eriyerek yenide taşa, toprağa, suya, havaya dönüşen bir gerçeklikti. Kendimi hem var olan her şeye hükmedecek kadar güçlü bir hükümdar, hem de tüm dünyanın hükmettiği bir soytarı gibi hissediyordum.”
Bilincine tutsak olmuş genç adamın yaşadıkları giderek bir kişilik sorgulamasına dönüşür. Henüz yedi yaşındayken annesiyle kavga edip evi terk eden babasına duyduğu özlem, bu gidişten sorumlu tuttuğu annesine duyduğu öfke dahil yüzeysel aşk ilişkisinden ve hiç sorgulamadığı o iş çarkına kadar herkese, her şeye hissettiği bütün bastırılmış duygular üzerine akın etmektedir. Ve tam bu noktada çocukluğundan bu yaşına kadar yaşadığı her şeyin temel boyutu olan ‘Zaman’la da yüzleşir. Daha önce hiç fark etmediği o evindeki duvar birdenbire dile gelir sanki. Zemininde, insanlarla dolu kalabalık bir meydan fotoğrafı bulunan saate bakarken yine düşüncelerine teslim olur anlatıcı:
“Zaman insanların hayatları üzerinde tıpkı bir radar gibi dönüp dururken, şimdi kim bilir nerede ne yapan, belki bazıları hayatta bile olmayan insanlara, varlıklarını sınayanın da yokluklarını hazırlayanın da kendisi olduğunu fısıldıyordu.”
Yalan ve riya ile kaplı ‘modern hayat’ın sert eleştirisi üzerine kurulu roman, aslında yaşarken yok olduğumuz bütün anları vuruyor yüzümüze. Hani, şu kendimizden, hakikatimizden ödün verdiğimiz zamanları… Dolayısıyla öykünün sürükleyiciliği, kendimize sorduğumuz sorularla kesintiye uğruyor: “En son ne zaman ne için yok oldun?”, “Varlığını hissediyor musun?”, “Hakkıyla yaşıyor musun?..”
Edebiyat ile hayatın nerelerde kesişip nerelerde çatıştığını da mesele edinen roman, kurgunun incelikleri eşliğinde yazar ve kahraman dengelerini de altüst ediyor. O genç adamdan farklı olduğumuz noktaları sıralama telaşına girsek de, esas olarak bu telaşlı çabanın kendisi; esiri olduğumuz rutinleri, görmezden, bilmezden geldiğimiz gerçekleri tek tek karşımıza çıkarıyor. O kadar ki bakmak ve görmek, kaçınılmaz oluyor.
‘Bir Sabah Uyandığımda Yoktum’, sorulardan çekinmeyen okuru bu genç adam eşliğinde kendi zihin ve kalp yolculuklarına çıkmaya teşvik ediyor. O yüzden de son sayfa ile birlikte bitmiyor roman, aksine daha yeni başlıyor. Yeni kahramanları bekliyor. Sizin gibi…
Bir Sabah Uyandığımda Yoktum
Işıl Kocaoğlan
İletişim Yayınları
104 sayfa.