Bir yıla kaç yüzyıl sığar?

SALT Beyoğlu’nda 10 Mart’ta açılan ve 24 Mayıs’a kadar devam edecek olan ‘Yüzyılların Yüzyılı’ sergisi, 11 sanatçının, yankıları bugün de süren bazı tarihsel olayları, bu olaylar sonucunda yaşanan değişimleri ve travmaları konu alan çalışmalarını içeriyor.

Sanatçılar, sergideki eserlerinde, Hrant Dink’in katledilişinden 6-7 Eylül olaylarına, Gezi Direnişi’nden ‘Occupy London’ Hareketi’ne, Türkiye’deki dil reformundan Mısır piramitlerinin geçmişine ve bugününe kadar, farklı dönemlerde ve coğrafyalarda yaşanmış olayları ve durumları, kendi hafızaları ve pratikleriyle ilişki içinde yeniden ele alıyor.

Hera Büyüktaşçıyan, Chto Delat?, Shilpa Gupta, Kapwani Kiwanga, Maha Maamoun, Jumana Manna & Sille Storihle, Yasemin Özcan, Didem Pekün, Judith Raum, Dilek Winchester, Erinç Aslanboğa, Natalie Heller ve Bahar Temiz’in işlerinin bulunduğu sergideki sanatçıların neredeyse tümü kadın. Yaşamın diğer birçok alanında olduğu gibi sanatta da, tarih boyunca erkek egemenliği söz konusu olduğu için, ‘kadın’ odaklı sergiler dışında az rastlanan bir durum bu. Diğer taraftan ‘Yüzyılların Yüzyılı’ için seçilen her iş, serginin temasıyla ve diğer sanatçıların işleriyle kuvvetli bir ilişki kuruyor; bu da, seçkinin, yaratıcıların cinsiyetinden ziyade, ürünlerin niteliğine göre yapıldığını ortaya koyuyor.

“Hiçbir olay bir günde aydınlanmıyor”

2015’in, Ermeni Soykırımı gibi felaketlerin, savaşların, farklı coğrafyalarda toplumsal travmalara yol açan olayların yüzüncü yıldönümü olması, serginin çıkış noktalarından biri olsa da, eserler tek bir döneme veya olaya odaklanmıyor. Serginin küratörü November Paynter, Didem Pekün’ün 2011’den beri devam eden ‘Zarlar ve İnsanlar’ adlı video çalışmasının, sergi fikrinin gelişmesinde esin kaynağı olduğunu anlatıyor: “Belirli bir tarihi veya asırlık bir olayı işaretleme isteği ve takıntısı üzerine kafa yorduk. Olaylara, belirli tarihlerde sabitlenmeden bakmıyoruz, çünkü hiçbir olay bir günde aydınlanmıyor. Bu yüzden, daha uzun bir geçmiş üzerine düşünmemiz gerekiyor. Sergideki bazı işler belirli tarihsel veya güncel olayları keşfediyor olsa da, hepsi tarihe daha geniş bir açıdan bakıyor.” Paynter, sanatçıların inceledikleri durumlardan çok, bunları ele alış biçimleri ve estetik yaklaşımlarıyla ilgilendiğini söylüyor.

Serginin Türkiyeli katılımcılarından Dilek Winchester, Hera Büyüktaşçıyan ve Yasemin Özcan, bir süredir üzerinde çalıştıkları projeleri bu bağlamda gözden geçirip, yeni unsurlarla birlikte düzenlemişler. Winchester, dil reformunun etkilerine odaklandığı yerleştirmesinde, Türkçe bir ifadeyi Ermeni, Yunan, İbrani, Latin ve Arap alfabeleriyle bir duvarın üzerine yazmış. Yasemin Özcan, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesini mücevher formunda yeniden yorumlayarak bir fetiş objesi haline getirmiş. Hera Büyüktaşçıyan kinetik iskele yerleştirmesi ve uzunca bir halıdan yaptığı hayali gemi omurgasıyla, SALT Beyoğlu’nun gayrimüslimlere yuva olan ve 6-7 Eylül olayları sonucunda boşalan binasıyla ilişki içerisinde bir düzenlemeye imza atmış.

En etkileşimli projelerden biri ise, Bahar Temiz, Erinç Aslanboğa ve Natalie Heller’ın birlikte hazırladığı, haftada üç kere sergi ziyaretçileriyle buluşacak olan ‘İz Sürücü’ adlı performans. Bu performansta sanatçılar kendi hafızalarını okuyarak izleyicinin belleğiyle, dolayısıyla kolektif bir hafızayla ilişki kuruyorlar. Judith Raum’un ‘Eser’ adlı çalışması, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Anadolu’ya demiryolları inşa edilmesinde etkin bir rol oynayan Almanya’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nu yarı sömürge haline getirmesine odaklanıyor. Çalışmasında bu konuyla ilgili arşiv materyallerine yer veren sanatçı, elde ettiği bulgular ve gözlemlerinden yola çıkarak dokuma, heykel ve resimler üretiyor. Kapwani Kiwanga’nın ‘Maji’nin yalan olduğuna dair rivayetler’ adlı yerleştirmesi, Doğu Afrika’daki sömürgecilik faaliyetleri, bu kapsamda yapılan demiryolu inşası ve buna karşı ayaklanmalar aracılığıyla Raum’un eseriyle de ilişki kuruyor. 

“Hafızamızdaki büyük kayba dair küçük bir fragman”

Dilek Winchester, sergide, 2007 ila 2012 yılları arasında yaptığı işlerle yer alıyor. Bu işler arasında, ‘Okuma ve Yazma Üzerine’ adlı yapıtı ve Karamanlıca bir tiyatro eseri üzerine yaptığı ‘Zevallı Delikanlı’ adlı videosu da bulunuyor. Winchester’ın Ermenice harfli Türkçe ve Karamanlıca üzerine yaptığı söyleşileri içeren iki belgesel videosu da ilerleyen günlerde SALT’ın Açık Sineması’nda gösterilecek. Sanatçı bu videolarda Ermeni alfabesinin tarihi ve sembolik değerine ilişkin bilgilerin yer aldığını belirtiyor. Winchester, işleri hakkında şunları söylüyor: “Çalışmalarım aslında ‘bugün’le ilgili. Bugüne gelirken yaşadığımız bellek kaybıyla geriye, 19. yüzyıla nasıl bakabileceğimiz üzerine kafa yoruyorum. Arada kalmış, görmezden gelinmiş, gündelik hayata yakın bir edebi üretimle nasıl ilişki kurabiliriz? Çalışmalar, hafızamızdaki büyük kayba dair küçük bir fragmandan ibaret. Ama bu fragmanın dönüştürücü bir etkisi olabilir.”

‘Evini yık, ondan bir tekne yap ve hayat kurtar’

Hera Büyüktaşçıyan, ‘Yüzyılların Yüzyılı’nda, 2014’te yaptığı ‘İskele’ ve bu sergi için ürettiği ‘Evini yık, ondan bir tekne yap ve hayat kurtar’ adlı yerleştirmesiyle yer alıyor. Atrahasis Destanı’ndaki Büyük Tufan hikâyesinde geçen ve aynı zamanda Nuh’un gemisi olarak tasvir edilen hayat kurtarıcı tekneden esinlenen yerleştirme, SALT Beyoğlu’nun bulunduğu, eski adı Siniosoğlu Apartmanı olan binayla da ilişki kuruyor. Destandaki evini terk ederek bilinmeyene doğru yola çıkan insanların hikâyesi, Siniosoğlu Apartmanı’nın gayrimüslim sakinlerinin zorunlu göçünü hatırlatıyor. Büyüktaşçıyan, rulo haline getirilmiş halılardan oluşan ve hayali bir gemi iskeletini andıran bu işiyle ilgili olarak, “Deniz ve kara, görünen ve görünmeyen, yaşam ve ölüm, gitmek ve kalmak gibi birçok katmanı iskeletinde taşıyan bu hayali tekne, bir nevi, hafızanın meçhul ufuk çizgisine işaret eden bir iskeleye bağlanmıştır” diyor. Büyüktaşçıyan’ın çalışması, kendi ifadesiyle, apar topar kökünden koparılan ve birçok yönüyle görünmez hale gelen bir kent belleğine işaret ediyor. 

“Bana bu işi yaptıran adaletsizlik duygusu”

Yasemin Özcan, sergide, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesine gönderme yapan ‘üçyüzbir’ adlı projesiyle yer alıyor. Özcan, ‘301’ kolyesinin bir kuyumcu vitrinindeymişçesine sergilendiği ve bunu gösteren çift kanallı bir videonun bulunduğu yerleştirmesinde, kadın - mücevher ilişkisini de ele alıyor. Öğrencilik yıllarında takı tasarımcılığı yapan sanatçı, videoda, takının hem geleneksel bir atölyede üretilme sürecini, hem de bir reklam stüdyosunda pazarlanma girişimini inceliyor. Özcan bu işin üretimine başladıktan kısa bir süre sonra, Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili davanın görüldüğü sırada, Samast hayranı bir kadının ‘Ogün’ yazılı bir kolyeyle mahkeme önünde boy göstermesi, tüm bu bağlantıları tesadüfi bir biçimde güçlendirmiş. “Çok büyük bir adaletsizlik duygusu ve onun sarsıcılığı, bana bu işi yaptıran” diyen Özcan, 19 Ocak 2007’nin hem bu coğrafya için, hem de kendi evreninde önemli bir kırılma noktası olduğunu ve Hrant Dink’in aramızdan koparılmasında, 301. Madde’den açılan davanın da etkili olduğunu vurguluyor. 

Bugünden geleceğe izler

Didem Pekün, “Dört senedir Londra-İstanbul arasında süren yaşamımda hem siyasi, hem öznel, her iki ülke bağlamında gündelik yaşamdaki kırılma anlarını kimi zaman kamerayla kimi zaman yazıyla not ederek biriktiriyorum” diyor. 2011’den beri üzerinde çalıştığı ‘Zarlar ve İnsanlar’ isimli projesinde bir araya gelen bu birikim, sanatçının günlük yaşamının bir uzantısına dönüşüyor, aynı zamanda öznel bir tanıklık sunuyor. Pekün’ün Montaigne’in denemelerine benzettiği çalışması, kendi deyişiyle, hayatın süregelen, bir zar atışı gibi öngörülemeyen, farklı coğrafyalardaki izlerini topluyor ve bırakıyor. Son olarak Pekün, “‘Yüzyılların Yüzyılı’ sergisi tarihe daha geniş bir çerçeveden bakarken, ben daha ziyade günümüze odaklanıyorum ve geçmişin izlerini not alarak geleceğe aktarıyorum” diyor.

Kayıt dışı anılardan yola çıkan performans

Geçen yıl SALT Galata’da düzenlenen, Simone Forti’nin doğaçlama atölyesine katılan Bahar Temiz, Erinç Aslanboğa ve Natalie Heller bu buluşmadan itibaren birlikte çalışmalarını sürdürmüşler. Sergi kapsamında haftada üç kere SALT Beyoğlu’nda yaptıları ‘İz Sürücü’ isimli performansları da bunun ürünü. Üçü de felsefe ve dans eğitimi alan grup üyeleri metin ve beden ilişkisini sorguladıkları bir performans-sunum üzerinde çalışmışlar. “‘İz Sürücü’de, geleneksel tarih anlayışında kilometre taşları olarak kabul edilen büyük olaylar ve dönemlerden bahsetmek yerine, çoğunlukla kayıt dışı kalan, önemsiz gibi görünen anılar ve çocukluk hikayelerinden yola çıkıyoruz” diyor ve “Bireysel ve kolektif belleğin birbirlerine geçerek düğümlenmeye başladığı çocukluk anılarının, yaşanan olayların, içinden geçilen süreçlerin, travmatik deneyimlerin izini sürüyoruz” diye ekliyorlar. Performans, ziyaretçileri de kendi geçmişlerine doğru bir yolculuğa çıkarmayı hedefliyor. 

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi