Mahkeme kararlarına rağmen, soy kodu uygulaması devam ediyor. Cumhuriyet tarihi boyunca ağır baskılar yaşamış gayrimüslim okulları, hâlâ sorunlarının çözülmesini bekliyor. Geçtiğimiz hafta Agos’un manşetine taşıdığı soy kodu uygulamasının tarihini, sorunun nasıl çözüleceğini ve hükümetin politikalarını, Uluslararası Azınlık Hakları Grubu Türkiye Koordinatörü Nurcan Kaya’yla konuştuk. Kaya, hükümetin azınlık paradigmasını bir türlü yıkamadığına dikkat çekiyor.
Soy kodu uygulaması artık iyice gün yüzüne çıktı. Devletin elinde kimin hangi etnik gruba ait olduğuna dair fişler var. Azınlık okulları, bu uygulamadan nasıl kurtulabilir? Bunun için nasıl bir yasal düzenleme yapılmalı?
İnsanların soy kodlarının tutulmasıyla, okullara kayıt meselesini birbirinden ayırmak gerekiyor. Öncelikle, soy kodu fişlemesinin siyasal, sosyal ve hukuki olarak hangi hakları ihlal ettiğini konuşmamız gerek. Bu uygulamayı, geçmişle yüzleşmemizin bir parçası olarak ele almalıyız. İnsanların inançları, etnik kökenleriyle ilgili olarak veriler tutulabilir, ama bunun kuralları, Avrupa Konseyi’nin düzenlemeleri var. Etnik veri toplamanın meşru bir amacı ve şeffaf olması gerekiyor. Bizde tamamen hukuka aykırı, herhangi bir düzenleme olmaksızın yapılan bir uygulama. Bunun okullar kayıt olurken kullanılması meselesi ise farklı ve çözümü de çok kolay aslında. Bu sınırlama, hem Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nda, hem de yönetmelikte var. İstedikleri an mevzuatı değiştirebilirler. Türkiye’de azınlık okullarıyla ilgili bir kanun yok. Var olan kanundaki sınırlamayı ortadan kaldırdıklarında, bu uygulama da ortadan kalkar. İnisiyatif okullara bırakılmalı; okul yönetimleri, nasıl kayıt yapacaklarına kendileri karar verebilir.
Geçmişte bu tarz uygulamalar nasıl yaşanıyordu?
Geçmişte bir sınırlama yoktu. Gayrimüslim cemaat okulları, Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet döneminde de hep oldu. Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar bu okullarda herkes okuyabiliyordu. Uluslararası boyutta eğitim yapan okullardı bunlar. Zapyon mesela, başka ülkelerden öğrencilerin geldiği, Müslüman öğrencilerin de olduğu okullardandı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında sınırlamalar başladığında; müfredata, derslere, öğretmenlere sınırlamalar getirildi. Mesela öğretmenlerin Türk olması zorunluluğu getirildi. Çok sayıda düzenleme yapıldı, ama öğrencilerle ilgili bir sınırlama yoktu. 1960’ların başından itibaren, devletin özellikle Rum okullarıyla bir derdi oldu. Kıbrıs sorunu nedeniyle, Rum okulları, kurumları, vakıfları, devletin elinde âdeta rehineye dönmüştü. Rum okullarıyla ilgili başlayan uygulama, sonradan bütün azınlık okullarını kapsadı. 1965’te, Özel Öğretim Kurumları Kanunu çıkartıldı. Vatandaş olma şartı getirildi, ama yine aynı azınlıktan olma şartı yoktu. 1968’de Rum okullarına gelen bir Milli Eğitim yazısıyla, okullarda sadece Rum olan öğrencilerin okuyabileceği şartı getirildi. Medeni Kanun’da değişiklik yapılmadığı için, aile reisi baba olduğu kabul edilerek, babası Rum olan öğrencilere bu okullarda okuma izni veriliyordu. O dönem, kimliğinde Arnavut görünen ama aslında Rum olan insanlar vardı ve ciddi sorunlar yaşandı. Mahkemeye gidip Rum olduklarını tescillemek zorunda kalıyorlardı. Daha sonra, bu mahkeme kararlarını da uygulamamaya başladılar. Amaçlanan, okulları öğrencisiz bırakmaktı. 1971’de bir düzenleme yapıldı. Milli Eğitim Bakanlığı genelgesiyle, sadece aynı azınlığa mensup olanların çocukları okuyabilir dendi. Genelge çıkınca, az sayıda olan Müslüman ve Süryani öğrencilerin okullarla ilişkisi hemen kesildi. Bu ibare, 1985’te Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği’ne, 2007’de de kanuna girdi. Önce kanunun çıkması gerekirken, hukuk mevzuatı tam tersine işletildi.
Pratikte nasıl sorunlar ortaya çıktı?
Bu sınırlamanın çıktığı yıllarda, öğrenciler okulları hemen terk etmek zorunda kalıyordu. Bu başlı başına tramvatik bir durumdu. Bazı okulların öğrenci sayılarında, çok ciddi düzeyde bir azalma oldu. Özellikle Kumkapı ve Samatya’daki Rum okullarında okuyan yoğun bir Süryani öğrenci nüfusu vardı. Okullardan ayrılmak zorunda kaldılar. Öğrencisiz kaldığı için kapanan okullar oldu. 1991’e kadar, kayıt yapmayla ilgili idari yetki okullardaydı. Okul yönetimleri, kayıtları alıyor ve MEB’e gönderiyordu. Eğer onay çıkmazsa, en geç bir hafta içinde öğrenciler okuldan ayrılmak zorunda kalıyorlardı. Bu çok sert uygulama, şimdilerde esnetildi. Dönem sonunu veya yıl sonunu beklemesine izin veriliyor. Yine aynı yıllarda, öğrenci okuldan ayrılmak zorunda kalırsa, devlet okuluna gitmek zorunda kalıyor, velisi dava açıp kazansa dahi okula geri dönemiyordu. Bir öğrenci, azınlık okulundan ayrılıp başka bir okula gitmişse ya da devlet okulunda eğitime başlamışsa, tekrar azınlık okuluna gitmesine izin verilmiyordu. Yine 1991’de, Kayıt Kabul Komisyonu kuruldu. En zor dönemlerden biri, bu komisyon zamanında yaşandı. Milli Eğitim’in görevlendirdiği memurlardan oluşan komisyon, dört azınlık okulunda kuruluyor ve haftada sadece iki gün görev yapıyordu. Zaten okul sayısı az olduğu için, kayıt yaptırmak eziyete dönüyordu. 2010’da, okullarda görev yapan müdür baş yardımcısına görev verildi. En azından, okulda görevli olan bir memur kayıt yapıyor.
Müslümanlaşmış ya da Müslümanlaştırılmış Ermeniler, kayıt olurken daha çok sorun yaşıyorlar, diyebilir miyiz?
Ezelden beri Rum, Ermeni veya Musevi kimliğiyle yaşamış olanlarda sorun yok. Geçmişte karma evlilik yaşayanlarda da sorun oluyordu. Babası Ermeni değilse, çocuk Ermeni okulunda okuyamıyordu. Medeni Kanun’da aile reisinin baba olduğu ifadesi çıkarılınca, sorun ortadan kalktı. Bir sebepten dolayı Ermeni gözükmüyorsan, Ermeni okulunda okuyamıyorsun. Sistemde görünmemesinin de farklı sebepleri oluyor. Müslümanlaşmış ya da Müslümanlaştırılmış aileler olabiliyorlar. Etnik kimliği devam ediyor ama dini değişmiş olunca, kayıtlarda Müslüman gözüküyor. Ya da öyle görünmek zorunda kalmış aileler var. Pratikte Ermeni ve Hıristiyan ama nüfusta Müslüman görünen aileler var. Ya da bir şekilde sistemde, devlet yeteri kadar fişleyemediği için, farklı şekilde kodlanmış olabiliyorlar. Sorun, özellikle bu ailelerde ortaya çıkmaya başlıyor.
Hükümet azınlıklarla ilgili çeşitli adımlar atsa da bu sorunun çözümüne yönelik bir şey yapmamasının nedeni ne olabilir?
Bu durum, hükümetin demokratikleşme yönündeki genel tavrına, ahvaline çok benziyor. Bir yandan Cumhuriyet tarihinde yapılmamış şeyleri yapıyorlar, ama diğer yandan, genel tabloyu değiştirecek sorunların çözümü için yapılması gerekenleri yapmıyor. Üstelik, bunlar çok kolay şeyler. Azınlık okullarının dertlerini çözecek şeyler, birkaç günde yapılabilir. Demokratikleşme konularında da benzer bir tavır görülüyor. Bir ileri, bir geri. Azınlıklarla ilgili paradigma yıkılmış değil. Söylemde değişiklikler var, diyalog var, bir araya geliyorlar, görüşüyorlar; bazen bu görüşmeler neticesinde ufak olumlu adımlar atılıyor ama sorunların kaynağını ortadan kaldıracak adımlar bir türlü atılmıyor. Paradigma değiştirmeyle ilgili bir sancı yaşıyor hükümet.
Azınlık okullarına yönelik uygulamaların kısa tarihçesi
• 1968- MEB, Rum okullarına gönderdiği bir yazıyla, Rum okullarına kayıt yaptırma şartı olarak, öğrencinin babasının Rum olması gerektiğini bildirdi.
• 1968- Azınlık okullarında okuyan öğrencilerin Türkçe okutulan derslerden başarılı sayılabilmeleri için, sınıf geçme ve sınav notlarının en az 5 olması gerektiği kararlaştırıldı. Diğer okullarda olduğu gibi, bu derslerden, ortalamadan yararlanmak suretiyle ve öğretmen kurulu kararıyla geçilmesi artık mümkün olmayacaktı.
• 1968- Rum okullarında okuyacak öğrencilerin okula kaydedilmeden önce, Milli Eğitim Müdürlüğü bünyesinde müfettişlerden oluşturulan bir heyete başvurarak onay alması koşulu getirildi.
• 1968- Azınlık okullarına kaydolacak öğrencilerin, ikametgahlarına en yakın okula kayıt olmaları ve daha uzak semtteki okullara kayıt yaptıramayacakları bildirilir.
• 1969- Azınlık okullarında okuyan Süryani öğrencilerin azınlık okullarıyla ilişkilerinin kesilmesi ve devlet okullarına nakledilmeleri istendi.
• 1970- Rum okullarında okuyan farklı mezhebe veya azınlığa mensup çocuklar ile babaları aynı azınlıktan olmayan çocukların kayıtlarının silinerek, babalarının mensubu olduğu azınlık okullarına veya devlet okullarına nakledilmeleri istendi.
• 1970- Rum okullarında işe başlayacak olan T.C. vatandaşı Rum öğretmenlerin, öncelikle Türkçe sınavından geçirilmeleri şartı getirildi.
• 1970- Ruhban olan öğretmenlerin okullara öğretmen olarak tayin edilmesi yasaklandı. Bu yıla kadar, Ruhban Okulu mezunu olanların, Rum okullarında din dersi öğretmenliği yapmaları mümkündü.
• 1970- Rum ilkokulundan mezun olan öğrencilerin, Rum ortaokuluna devam edebilmeleri için Türkçe ve diğer derslerden yeterlilik sınavına girmeleri koşulu getirildi.
• 1971- MEB, bir genelge yayınlayarak, azınlık okullarında, yalnızca, babası azınlık mensubu olan çocukların okuyabileceğini bildirdi.
• 1971- Azınlık okullarında düzenlencek olan müsamere, tiyatro vb. etkinlikler için bir ay öncesinden izin istenmesi, Türkçe çevirilerinin MEB'e gönderilmesi; folklor, halk oyunları vb gösteriler hakkında bilgi verilmesi; bunlara eş zamanlı olarak Türkçe temsil, şiir, şarkı ve folklor gösterilerine de yer verilmesi şartı getirildi.
• 1971- Azınlık okullarında görev yapan öğretmenlerin haftalık ders saati toplamının 27 saati geçemeyeceğine ilişkin yasal zorunluluk getirildi.
• 1973- Yıl içinde öğretmen açığı yaşanacak derslere, yalnızca kontenjan öğretmenlerinin tayin edilebileceği kararı alındı.
• 1974- Azınlık diliyle yapılan dersler için hazırlanan soru tutanaklarının ve cevap anahtarlarının Türkçe çevirilerinin yapılması ve her dersin sınavının bitiminde sınav evraklarına eklenmesi istendi.
• 1974- Rum okullarında Rumca ders saati, Türkçe ders saatleri ile eşitlendi.
• 1980- Ermenistan ile Türkiye arasında sorunlar yaşandığı için, Ermeni okullarındaki haritalarından Ermenistan’ın silinmesi istendi.
• 1985- Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği’ne, azınlık okullarında, sadece azınlık mensuplarının okuyabileceği ibaresi eklendi.
• 2007- Öğrenci kısıtlaması, Özel Öğretim Kuruları Kanunu’na eklendi.