Bu hafta gazeteyi eline aldığınızda fark edeceğiniz nedenlerle yerimiz kısıtlı. Yine de, 2015’e dair tahminleri paylaşmak için uygun bir hafta.
İki mesele 2015’e damgasını vuracak gibi görünüyor: Seçimler ve 1915’in 100. yılı. Seçimler konusunda tahminde bulunmak yersiz ama yine çok kritik bir seçimle karşı karşıya olacağımız muhakkak. Tamam, Türkiye tarihinde çok kritik olmayan bir seçim yoktur ama bu seferkinin farkı şurada: Seçime Davutoğlu Başbakan olarak giriyor. Başarı belki tam olarak onun hanesine yazılmayacak ama başarısızlık onun hanesine yazılacak. Bu işler böyledir. Erdoğan bir başbakan gibi konuşacak, propaganda yapacak, onu bunu suçlayacak, toplumu gerecek. Maksat, oy bandının altına düşmemek. Ama olur da düşerse, sorumlusu Davutoğlu olacak. Muhtemelen Davutoğlu da, böyle bir ihtimale karşı, “Toplumu yeterince germedin” suçlamasına maruz kalmamak için Erdoğan’ı taklit etmeye dikkat edecek. Pek beceremediğini söylemeliyim.
Bununla bağlantılı ikinci bir mesele de, HDP’nin seçimlere parti olarak girme kararı. Yani hedef, %10 barajını aşmak. Siyaset bilimciler ve analistler bunun yanlış bir karar olduğunu, HDP’nin gerçek oyunun %6-7 civarında olduğunu, Cumhurbaşkanlığı seçiminin çok kendine özgü şartlarda cereyan ettiğini söylüyorlar. Haksız olmayabilirler. Ancak verili durumda aynı Meclis kompozisyonundan bir tane daha yapmaya çalışmakta da bir mana olmayabilir. Tam tersine, ‘demokrasi güçleri’ bu projeye omuz verirse, bugüne dek becerilemeyen ittifaklar (sol-demokrat güçleri kastediyorum) kurulabilirse baraj aşılabilir ve asıl o zaman Meclis’in kompozisyonu değişebilir. Böylece, AKP’nin başarısızlığına bel bağlamaktansa, muhalefet kendi elleriyle bir işi başarmış olur.
1915’e gelirsek; şimdiden hem Diaspora, hem Ermenistan, hem de Türkiye’deki ilgili çevrelerde bir soru işaretinin gitgide büyüdüğünü görmek mümkün. Ne olacak? Bundan kasıt şu: İktidarın politikası ne olacak ve diyelim 24 Nisan günü Türkiye’de nasıl bir atmosfer hâkim olacak? Davutoğlu’nun geçen yılki ‘taziye’ çizgisini sürdürmesi güçlü bir ihtimal ama işin içine ‘seçim’ de girince, bu çizginin ne yönde revize edileceğini tahmin etmek güç. Bir hamle daha gelebilir ya ha Hükümet topu Dışişleri ve Türk Tarih Kurumu’nun geleneksel kollarına atıp, meseleye çok bulaşmayan bir pozisyon benimseyebilir. Bir ihtimal de, Çanakkale ve –kısmen– Sarıkamış’ın da 100. yılları olması vesilesiyle bu iki anmaya abanıp 24 Nisan’ın sesini cılızlaştırma çizgisidir. Ancak elbette, ne olursa olsun, Türkiye’nin artık bu konuda net, anlaşılır bir ses vermesi güçlü bir beklenti.
Herkese iyi bir yıl dilerim.