BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Mülkiye’de okumuştuk: Üst düzey liderler arasındaki zirve toplantıları fevkalade önemli ve bir o kadar nazik olaylardır. Çok iyi hazırlanmış olmaları ve olumlu bir hava içinde düzenlenmeleri gerekir. Yine Berlin’deki duruma benzer şeyler yaşayacaksak fena olur. Çünkü yukarıda da söyledim, milliyetçilik bâbında Yunan basını bizimkini aratmaz

Açık o kadar fazlaydı ki, ne arazi satışı ne de vergi artırımı yeterli olabildi. Nebati adlı “enteresan” şahsın ardından Erdoğan mecburen, 2018’de “Borç almayın, uluslararası faizler çok yükseldi” dediği için isim vermeden “Bir insan kendi ayağına kurşun sıkabilir mi!” diyerek yerin dibine batırdığı M. Şimşek’i tekrar Maliye’nin başına getirdi.

Almanya’yla konuşulup halledilecek yüklü bir dış politika gündemi varken, CB Erdoğan Başbakan Scholz’la görüşme öncesi yaptığı ortak basın toplantısında çok değişik bir çıkış yapıyor. Türkiye’ye bir yabancı cumhurbaşkanı gelip de ‘Siz Ermenilere soykırım yaptınız, biz yapmadık’ demiş olsa neler olur, hiç düşünmüyor.

Demokrasinin olmazsa-olmazı kuvvetler ayrılığını zaten son on yıl içinde sistematik olarak eritmiş olan CB Erdoğan, başından beri bilgisi dahilinde geliştiği anlaşılan bu acayip krizi hiçbir muhalefet tanımayacak bir “Yeni Anayasa” getirmek için kullanmakta

Umalım, bu “değişim” sadece bir lider değişikliğinden ibaret değildir. Olmaması için, yeni yönetim ekonomi, iç politika ve dış politika konularında ciddi ve korkusuz reçeteler açıklamak ve peşini milim milim takip etmek zorunda.

CB Erdoğan ile Başbakan Netanyahu fena kapıştılar. Dış politika alanında pek görülen bir durum değildir. Hele de, aynı blokta (Batı) olan iki devlet için. Çünkü bu dış politika değil, iki lider için de iç politika. Din’e dayalı milliyetçiliğin bol oy getirdiği iç politika. Netanyahu için Musevi dini, Erdoğan için İslam dini.

Başsavcı İ. Uçar’ın HSK’ye ihbar ettiği, T. Soykan ve G. Tahincioğlu gibi yazarların aktardığı, B. Terkoğlu, O. G. Ertekin , C. Bursalı gibi yazarların ilettiği vahim durumu burada özetle dahi olsa tekrarlamam imkansız çünkü fevkalade ayrıntılı. Lütfen bu linkleri hayretten hayrete düşme pahasına okuyunuz. Ben burada, bu rüşvet tarifesine tâbi rezaletler dışındaki Yargı vahametini özetlemek istiyorum. Ama bu kaynakların söylediklerinin özünü başlık olarak yine de iki kelimeyle aktarayım...

Müslüman olmaları hasebiyle “Millet-i Hâkime”ye mensup olan Kürtlerin, Gayrimüslimlere yani “Millet-i Mahkume”ye Lozan’da tanınan azınlık haklarını istemeleri mümkün değildi; bu kendi kendilerini vahim bir tenzil-i rütbeye uğratmak olurdu. Kaldı ki, Kürtler azınlık hakkı isteselerdi ne fark edecekti? Türkiye Lozan Kesim III’le Gayrimüslimlere verdiği azınlık haklarının hiçbirine riayet etmedi. Kaldı ki bu Kesim III’te Kürtler için dil hakları vardır, ama uygulanmamıştır.

Orta Doğu dünyanın en belalı yeri. Nereye gidiyoruz, daha doğrusu daha ne melanetlere gidiyoruz, müneccimlik yapmadan söylemek zor. Şimdilik, yorumlar yapmaya temel oluşturabilmek açısından, İsrail’de ve Türkiye’de yaşananları benzerlikler ve farklılıklar olarak çok kısa özetleyelim. İki ülkede de liderler özellikle öne çıktığı için onların iktidarları üzerinden gidelim.

Yazının başlığındaki “devlet” gerçek devlet. “Dövlet” ise, devleti yönetenler; bunlar eski topraklarımıza dağılıp para talep ediyorlar . Çünkü devletin parası inanılmaz bir “naaass, naaass” sloganıyla tüketilmiş vaziyette, ama buna rağmen Tek Adam Rejimi olmayan parayı yandaşlara dağıtmaya devam ediyor. Arada, trajikomik olaylar yaşanırken.