Kamu görevlilerinin yargılandığı Hrant Dink Cinayeti Davası sonlara yaklaşırken Dink Ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu, davada gelinen aşamayı özetleyen bir değerlendirme kaleme aldı. Bakırcıoğlu, soruşturmanın ve davanın genişletilmesine yönelik taleplerinin karşılık bulmadığına dikkat çekiyor ve "Bütünlüklü bir yargılamamın gerçekleşmesi olanağı kalmamış oldu" diyor. Bakırcıoğlu'nun değerlendirmesini sunuyoruz.
AV. HAKAN BAKIRCIOĞLU
Hrant Dink, yazıları, katıldığı programlar, panel ve sempozyumlarda Ermeni meselesini, Ermeni toplumunun ve kurumlarının yaşadığı sorunları etkili bir üslup ile tartışmaya açmıştır. Hrant Dink’in yarattığı ve yaratacağı etkileri kırmaya yönelik ilk adımlardan biri 2002 yılında Şanlıurfa’da konuşmacı olarak katıldığı bir sempozyumda “Ben Türk değilim, Türkiyeliyim ve Ermeni’yim” şeklinde beyanda bulunduğu için hakkında “Türklüğü Aşağılama” suçlaması ile açılan dava olmuştur.
2003 yılında, Hrant Dink’e Avusturalya’nın Sydney şehrinde katılacağı bir programda silahlı bir eylem yapılacağına dair ihbar yapılmış, bu ihbar Dışişleri Bakanlığınca 17 Ocak 2003 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı ile MİT Müsteşarlığına iletilmiştir.
Hrant Dink’in, M.Kemal Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in yetimhaneden alınmış bir Ermeni olduğuna ilişkin iddiayı içeren haberi üzerine Genelkurmay Başkanlığı tarafından 22 Şubat 2004 tarihinde bu haberden hareketle Hrant Dink’e yönelik oldukça ağır ifadeler içeren bir basın açıklaması yapılmıştır. Genelkurmay Başkanlığı basın açıklamasında Hrant Dink’in dile getirdiği iddiayı ‘sağlıksız’ ve ‘tehlikeli’ olarak nitelemiş, kişi ve kurumları da göreve davet etmiştir.
Kişi ve kurumları göreve davet eden Genelkurmay Başkanlığı tarafından MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ile de görüşülmüş ve Hrant Dink ile bir görüşme yapılması istenmiştir. Genelkurmay Başkanlığının bu isteği üzerine MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, MİT İstanbul Bölge Başkanı Hüseyin Kubilay Günay’ı arayarak Hrant Dink ile görüşülmesi talimatını vermiştir. H.Kubilay Günay ile İstanbul Valisi Muammer Güler, Hrant Dink ile görüşmenin İstanbul Valiliğinde yapılmasını karara bağlamışlardır. Bu görüşme ile ilgili vali yardımcısı Ergun Güngör ve MİT İstanbul Bölge Başkanlığında terörden sorumlu daire başkanı Özel Yılmaz ve memur H. S. görevlendirilmiştir.
Ergun Güngör 23 Şubat 2004 tarihinde Hrant Dink’i telefon ile arayarak Valiliğe gelmesini istemiş, 24 Şubat 2004 tarihinde de İstanbul Valiliğinde Ergun Güngör, Özel Yılmaz ve H. S. tarafından Hrant Dink ile görüşme gerçekleştirilmiştir. Hrant Dink’in kendisine yönelik ‘had bildirme’ olarak tanımladığı bu görüşmede, Ergun Güngör Hrant Dink’e “sokaktaki adamın” tehdit oluşturduğunu beyan etmiş, Özel Yılmaz da Hrant Dink’e toplumun tepkisini üzerine çekebileceği uyarısında bulunmuştur.
Hrant Dink’in yazdığı yazılar 25 Şubat 2004 tarihinde Mehmet Soykan ve Recep Taner isimli kişiler tarafından ayrı ayrı suç duyurularına konu edilmiştir. Ardında da önce Türk Ortodoks Kilisesi tarafından ve sonrasında da bir birtakım kişi ve kuruluşlar tarafından tek tip dilekçelerle Hrant Dink hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.
26 Şubat 2004 tarihinde Levent Temiz önderliğinde bir grup tarafından Agos gazetesi önünde eylem yapılmış, ‘Ya Sev Ya Terk Et’, ‘Bir Gece Ansızın Gelebiliriz’ sloganları atılmış ve Hrant Dink’in öfkelerinin hedefi olduğu söylenmiştir. Hrant Dink bu tarihler itibari ile ölüm tehditleri de almaya başlamıştır.
16 Nisan 2004 tarihinde Hrant Dink ve Karin Karakaşlı hakkında “Türklüğü Aşağılama” suçlaması ile iddianame düzenlemiş, yargılama süreci başlamış ve duruşmaların görüldüğü tarihlerde Hrant Dink’e yönelik eylemler yapılmış, sloganlar atılmış ve fiziki saldırı girişimleri yaşanmıştır. Yargılama sonucu 2005 yılında Hrant Dink hakkında “mahkumiyet” kararı oluşturulmuştur. Bu karar, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun yazılarda ‘Türklüğü Aşağılama’ suçunun gerçekleşmediği ve beraat kararı verilmesi gerektiği tebliğnamesine rağmen 1 Mayıs 2006 tarihinde Yargıtay tarafından onanmıştır.
Kurulan “mahkumiyet” kararı üzerine Hrant Dink tarafından "Bu suç benim algılamamla ırkçılıktır ve ben böyle bir suç işlemedim. Bu benim alnıma sürülmek istenen kara bir lekedir” açıklaması yapılmıştır.
Hrant Dink 14 Temmuz 2006 tarihinde Reuters Haber Ajansına: “ ‘Elbette bu bir soykırımdır’ diyorum, çünkü sonuç kendisini tanımlıyor ve adını koyuyor. 4 bin yıldır bu topraklarda yaşayan halkın bu olanlar ile birlikte artık ortadan yok olduğunu görüyoruz” şeklinde görüş vermiş ve bu görüş Agos gazetesinde de haberleştirilmiştir. Bu beyan ve bu beyana dair haber nedeni ile Hrant Dink ve beraberinde Arat Dink ve Sarkis Seropyan hakkında 2006 yılı Eylül ayında “Türklüğü Aşağılama” suçlaması ile bir yeni dava daha açılmıştır.
Davaların görülen duruşmalarında adliye binası önünde Hrant Dink’e yönelik eylemler yapılmış, pankartlar açılmış, sloganlar atılmış, adliye binası içinde Hrant Dink’e yönelik fiziki saldırı girişimleri yaşanmıştır. Bu süreçte basın yayın organlarında Hrant Dink aleyhine birçok haber yapılmış ve yazı yazılmıştır.
2004 yılından itibaren esasında Hrant Dink’e yönelik bir linç süreci örgütlenmiştir ve linç, cinayetin işlendiği 19 Ocak 2007 tarihine değin ağırlaşarak sürmüştür. Hedef haline getirilmesi sürecinde Hrant Dink “Azınlık-Misyonerlik-Vatana ihanet” ve “Türklüğü aşağılama” suçlaması ile kurulan haksız hükümden sonra “Tescilli Türk düşmanı” gibi terimlerle anılmaya başlanmıştır. Hrant Dink hakkında kurulan mahkumiyet hükmü elbette ki cinayeti tasarlayanlarda cinayet için uygun zemin oluştuğu algısını yaratmıştır.
2005 yılı itibari ile Orhan Pamuk, Hasan Cemal, Murat Belge, İsmet Berkan, Elif Şafak ve Aydın Engin hakkında da davalar açılmış ve bu davalarda da adliye binası içinde ve dışında olaylar yaşanmıştır. 5 Şubat 2006 tarihinde rahip Andrea Santoro Trabzon’da kilisede öldürülmüş ve 17 Mayıs 2006 tarihinde de Danıştay’da silahlı saldırı düzenlenmiş hakim Mustafa Yücel Özbilgin hayatını kaybetmiş, 2.Daire Başkanı Mustafa Birden ve üç [3] üyesi de yaralanmıştı.
Linç süreci
Hrant Dink ülkenin sertleşen siyasal iklimini, kendine yönelik linç sürecini ve oluşan tehdidi görmüş ve bu konular ile ilgili ilki 2004 yılında ve sonuncusu da öldürüldüğü 19 Ocak 2007 tarihinde olmak üzere bir dizi yazı kaleme almıştır.
Genelkurmay Başkanlığının basın açıklaması ve Agos gazetesi önündeki eylemler sonrası kaleme aldığı 5 Mart 2004 tarihli yazısında; “etraf taraf da telaşlanmış sağ olsunlar hafta boyunca destek ziyaretine geldiler, telefonlar açtılar, yazılar yazdılar. Kadınlar bir süredir bizim hanıma taşınmış duaya çekilmişler. Beni koruması için Tanrı’ya yalvarıyorlar. Belli ki benim için korkuyorlar. Peki ya ben? Korkmadığımı söyleyemem...Ama…ülkemi bırakıp kaçacak değilim. Alışkınım zaten böyle yaşamaya. Bundan sonra biraz daha korka korka yaşarım… Hepsi bu.” demiştir.
Yeniçağ gazetesinde 9 Ekim 2004 tarihinde “Ermeni’ye Bak” manşeti ile Hrant Dink aleyhine bir haber yapılmış ve Hrant Dink de aleyhine yapılan bu haber sonrası 11 Ekim 2004 tarihinde bir yazı kaleme almış, bu yazısında; 1918 yılında “Abdullah” adını alan ve korku içinde yaşayan Ermeni bir çocuğun hikayesini anlatmış ve ‘Abdullah’ gibi hissettiğini anlatmıştır.
Öldürülmeden 2 hafta önce 5 Ocak 2007 tarihinde “Zorlu Yıla Başlarken” başlıklı bir yazı kaleme almış ve bu yazısında; 2007 yılının çok zor bir yıl olacağını, iç siyasetin cumhurbaşkanı ve milletvekili genel seçimlerine kilitlenmiş olduğunu bu nedenle gerginliğin erkenden yaşanmaya başladığını, siyaset dışı devlet merkezli güçlerin değişik kanatlardan devreye girerek gerginliği kışkırtmalarının kuvvetle muhtemel olduğunu, bazı derinliklerin, gizlenmiş zihniyetlerin tekrar gün yüzüne çıkıp cirit atacaklarını, Ermeni sorununun içeride ve dışarıda tüm sertliği ile gündeme oturduğunu, bu sorun üzerine sergilediği duruş ve söylemler nedeni ile haklarında yeniden yargılamalar yapılacağını anlatmıştır.
Hrant Dink öldürülmeden bir hafta önce, 12 Ocak 2007 tarihinde ise “Niçin Hedef Seçildim” başlığını taşıyan bir yazı kalem almış, bu yazısında, Genelkurmay Başkanlığının 21 Şubat 2004 tarihli basın açıklamasını, bu açıklamanın ardından İstanbul Valiliğine çağrılmasını ve 24 Şubat 2004 tarihinde İstanbul Valiliğinde yapılan görüşmeyi, Agos Gazetesi önünde yapılan eylemleri ve bu süreçlerde hissettiklerini anlatmış ve yazısının sonlarında da ‘artık hedefte’ olduğunu belirtmiş, “Ve işte yine uçurumun kıyısındaydım. Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum.” demek sureti ile yazısını sonlandırmıştır.
Yaşanan bu olay ve gelişmeler sonucu Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde Agos Gazetesi önünde öldürülmüştü.
CİNAYET SORUŞTURMASI, CİNAYET ÖNCESİ DEVLET GÖREVLİLERİNİN SAHİP OLDUĞU BİLGİLER
Hrant Dink’e yönelik 2004 yılında başlayan, süreç içerisinde ağırlaşan saldırı ve tehditler ile ilgili devletin tüm birimleri bilgi sahibi olmuşlardır.
İstanbul Valiliğindeki görüşmede Ergun Güngör Hrant Dink’e “sokaktaki adamın” tehdit oluşturduğunu beyan etmiş, Özel Yılmaz da Hrant Dink’e toplumun tepkisini üzerine çekebileceği uyarısında bulunmuştur.
Vali Muammer Güler, Hrant Dink hakkında açılan davalarda yaşananların bilindiğini ve Hrant Dink’in tehditler aldığını, İl Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah da Hrant Dink’e yönelik eylemler yapıldığını ve Ermeni toplumuna yönelik tehditlerin olduğunu, bu hususların güvenlik ve istihbarat birimlerinin katıldığı toplantılarda konuşulduğunu ve değerlendirildiğini beyan etmiştir.
Soruşturma ve davalarda ‘şüpheli’ ‘sanık’ veya ‘tanık’ olarak ifadeleri alınan devlet görevlileri, Hrant Dink’e yönelik “bir tehdit atmosferinin olduğunu”, Hrant Dink’in “potansiyel hedefler arasında” bulunduğunu beyan ettiler.
Cinayet sonrası yapılan soruşturmada, devlet görevlilerinin Hrant Dink’in ‘potansiyel hedefler’ arasında yer aldığına ve Hrant Dink’e yönelik ‘tehdit atmosferi’ olduğuna dair bilgileri ve öngörülerinin yanı sıra Hrant Dink’in öldürüleceği somut bilgisine de sahip olduklarını açığa çıkardı.
Cinayete yönelik örgütlenmenin gerçekleştiği Trabzon’da İl Emniyet Müdürlüğü ile İl Jandarma Komutanlığı görevlilerinin ve cinayetin gerçekleştiği İstanbul’da İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin ve Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü görevlilerinin cinayete yönelik tasarı ile ilgili bilgilerinin olduğu belgeleri ile açığa çıktı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı cinayetin gerçekleştiği tarihten 10 yıl sonra 10 Mayıs 2017 tarihinde düzenlediği iddianamesinde Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlilerinin cinayetin işleneceği bilgisine sahip oldukları ve cinayetin işlenmesinin önüne geçmedikleri iddiasının da ötesinde Trabzon İl Jandarma Komutanlığı ile İstanbul İl Jandarma Komutanlığı görevlilerinin cinayet için organize oldukları iddiası ile iddianamede düzenledi.
Hrant Dink cinayeti tasarısı ile ilgili Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri ile Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri tarafından düzenlenen 2 belge cinayete dair soruşturma ve yargılamada büyük önem taşıdı.
Bu belgelerden Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığına cinayetin gerçekleştiği 19 Ocak 2007 tarihinden 11 ay önce 17 Şubat 2006 tarihinde gönderilen yazıda; 2004 yılında bombalı saldırı eylemi düzenleyen, bir süre cezaevinde yatan, radikal fikirleri bulunan, Ermenilere karşı büyük bir kin besleyen ve İstanbul’da eylem yapmaya karar veren Yasin Hayal’in, eylem kararını somutlaştırdığı ve Hrant Dink’e yönelik eylem yapmayı tasarladığı bilgileri ve bu belgelerden Trabzon İl Jandarma Komutanlığı tarafından düzenlenen belgede ise cinayeti Yasin Hayal’in organize ettiği, İstanbul’da keşif yaptığı, kroki hazırladığı, cinayet için el yapımı bir silah temin ettiği ve cinayeti Ogün Samast’ın işlediği bilgileri yer almaktadır.
Hrant Dink’e yönelik 2004 yılı itibari ile başlayan ve zaman içerisinde ağırlaşan tehdit atmosferi bulunmasına ve bu tehdit atmosferinin yanı sıra Hrant Dink’in öldürüleceğine dair somut bilgi-istihbarat olmasına rağmen devlet görevlileri tarafından Hrant Dink’e yönelik koruma tedbirleri alınmamış, cinayeti tasarlayan örgüte operasyon yapılamamış ve Hrant Dink’in öldürülmesi olanaklı hale getirilmişti.
Hrant Dink’in bir kişi veya örgüt tarafından öldürüleceği somut bilgisinin bulunmaması, salt bir tehdit atmosferinin varlığı durumunda dahi yaşamını ve fiziksel bütünlüğünü korumaya yönelik koruma tedbirleri alınması zorunluluğu bulunmasına rağmen bu yapılmamıştır.
Hrant Dink davasının görüldüğü İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi dava dosyasına, müdahil taraf olarak talebimiz üzerine, Orhan Pamuk hakkında 2005 yılı Aralık ayında alınan koruma kararı ile ilgili belgeler gönderildi. Belgeler incelendiğinde, Orhan Pamuk’a ‘Türklüğü Aşağılama’ suçlaması ile açılan davanın duruşmasının görüldüğü 16 Aralık 2005 tarihinde adliye binası içinde ve dışında yaşanan olaylar üzerine İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ile İstanbul Valiliği tarafından 20 Aralık 2005 tarihinde Orhan Pamuk’un koruma altına alınmasına yönelik yazışmalar yapılmaya başlandığı, Orhan Pamuk’a yönelik terör örgütleri tarafından bir saldırı planlamasının veya yaşamına yönelik bir tehdidin bulunup bulunmadığının sorulduğu İstanbul İl Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, İstihbarat Şube Müdürlüğü ile MİT İstanbul Bölge Başkanlığı tarafından da bu sorulara Orhan Pamuk’un ‘terör örgütlerinin hedefi olduğu hususunda herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanılmadığı’ , Orhan Pamuk’a yönelik ‘somut bir tehdit tespit edilmediği’, Orhan Pamuk’a yalnızca ‘münferit sataşmalar olabileceği’ yanıtlarının verildiği ve Orhan Pamuk’a münferit sataşmalar olabileceği olasılığını bertaraf etmeye yönelik İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünün teklifi üzerine İstanbul Valiliği tarafından 21 Aralık 2005 tarihinde Orhan Pamuk’a yönelik resen koruma tedbirleri alındığı görüldü [Orhan Pamuk’a yönelik olası riskleri bertaraf için alınan koruma kararı elbette ki yerinde ve doğru bir karar olmuştur].
Hrant Dink hakkında ise 2004 yılında başlayan davaların birçok duruşması olmuş ve bu duruşmalarda fiziki saldırı girişimleri yaşanmış, Hrant Dink 2004 yılından itibaren ölüm tehditleri almış bu gelişmelerin yanı sıra cinayetin işlenmesinden 11 ay önce, 17 Şubat 2006 tarihinde Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ile Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından Hrant Dink’in Yasin Hayal tarafından öldürüleceği somut bilgisine sahip olunmasına rağmen Hrant Dink hakkında şahsi, fiziki ve mekânsal koruma tedbirleri alınmamıştır.
HRANT DİNK CİNAYETİNE DAİR 2007 VE 2008 YILLARINDA DÜZENLENEN İDDİANAMELER ve CİNAYETTE SORUMLULUĞU OLAN DEVLET GÖREVLİLERİ HAKKINDA AÇILMAYAN DAVALAR
Soruşturma ve incelemelerde Hrant Dink’in öldürüleceğinin devlet görevlileri tarafından bilindiği, bu konu ile yazışmalar yapıldığı ile ilgili bilgi ve belgelere ulaşılmasına rağmen Hrant Dink cinayetine ilişkin soruşturmayı yürüten İstanbul C. Başsavcılığı tarafından 2007 yılında devlet görevlileri hakkında iddianame düzenlenmedi.
İstanbul C. Başsavcılığı tarafından 20 Nisan 2007 tarihinde cinayette sorumluluğu bulunan, cinayete iştirak eden devlet görevlileri hakkında iddianame düzenlenmedi. Salt Erhan Tuncel, Yasin Hayal, Ogün Samast’ın aralarında bulunduğu 18 kişi hakkında iddianame düzenlendi, sonraki tarihlerde ise ek iddianameler ile birlikte hakkında iddianame düzenlenen kişi sayısı 20 oldu.
Trabzon C. Başsavcılığı tarafından ise Trabzon İl Jandarma Komutanlığının 8 görevlisi hakkında Hrant Dink cinayeti soruşturması kapsamında 2007 yılı ve 2008 yıllarında iddianameler düzenlendi fakat Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlilerine yönelik düzenlenen iddianamelerde yalnızca ‘görevi İhmal’ suçlaması yöneltildi.
İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı ile İstanbul Valilik görevlilerinin Hrant Dink cinayetinde açık sorumlulukları bulunmasına, Hrant Dink’e yönelik tehdit atmosferi ve/veya Hrant Dink’in öldürüleceği bilgilerine sahip olmalarına rağmen cinayet tasarısını engellememeleri, Hrant Dink’in korunmasına yönelik tedbirleri almamaları nedeni ile 2007 yılında iddianameler düzenlenmesi ve yargılanmaya başlanmaları gerekli iken devlet görevlileri hakkında iddianameler düzenlenmedi ve devlet görevlilerinin yargılanmaması amacına yönelik bariyerler oluşturuldu.
HRANT DİNK’İN ÖLDÜRÜLMESİNİ OLANAKLI HALE GETİREN, HRANT DİNK CİNAYETİNE İŞTİRAK EDEN DEVLET GÖREVİLERİ HAKKINDA 4 ARALIK 2015 YILI ve 10 MAYIS 2017 TARİHLERİNDE DÜZENLENEN İDDİANAMELER
Hrant Dink cinayeti ile ilgili Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından 10 Ekim 2008 tarihinde ve Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu tarafından 2 Şubat 2012 tarihinde raporlar düzenlendi, bu raporlarda Devlet görevlilerinin Hrant Dink cinayetindeki sorumluluklarına dair kapsamlı değerlendirmeler yapıldı.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından 14 Eylül 2010 tarihinde, Dink-Türkiye kararında; resmi makamların Hrant Dink’in ölümcül bir saldırıya maruz kalma ihtimalinin yüksek olduğunu bildiklerini ya da bilebilecek durumda olduklarını, somut koşullara bakıldığında Hrant Dink’e yönelik tehlikenin açık ve yakın bir tehlike olduğunu, cinayetin işlenmesini önlemekle yükümlü olan makamların ayrı ayrı ya da koordineli bir biçimde planlanmasından ve yakında işleneceğinden haberdar olmalarına rağmen Hrant Dink cinayetinin engellenmesi amacı ile harekete geçmedikleri ve cinayette sorumluluğu olan görevliler hakkında etkin bir soruşturma da yapılmadığı, bu nedenlerle yaşama hakkının ihlal edildiği sonuçlarına varılmıştı.
Başbakanlık Teftiş Kurulu, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararına rağmen uzun yıllar Hrant Dink cinayetine iştirak eden devlet görevlilerinin soruşturulmaları ve yargılanmaları olanaklı olmadı, devlet görevlilerinin soruşturulmalarına ve yargılanmalarına yönelik oluşturulan direnç kırılmadı.
2007 yılından itibaren müdahil taraf olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bir yandan çok sayıda suç duyurusunda bulunduk bir yandan da soruşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerimiz oldu.
İstanbul C. Başsavcılığının ve İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin ‘kovuşturmasızlık’ ve ‘soruşturma izni verilmemesi’ kararlarına itiraz ve başvurular sonucu Bakırköy 8.Ağır Ceza Mahkemesi 21 Mayıs 2014 tarihinde ve Anayasa Mahkemesi 17 Temmuz 2014 tarihinde devlet görevlileri hakkında Dink cinayeti nedeni ile etkili soruşturma yapılması ve iddianame düzenlenmesi, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu 3.Dairesi de 1 Temmuz 2014 tarihinde Devlet görevlilerinin Dink cinayeti nedeni ile soruşturulmaları gerektiğine yönelik kararlar oluşturdu.
Bu kararlar ile İstanbul C. Başsavcılığı tarafından Devlet görevlileri hakkında soruşturma başlatıldı ve devlet görevlilerinin şüpheli sıfatı ile ifadeleri alınmaya başlandı.
İstanbul C. Başsavcılığı tarafından ilk olarak 4 Aralık 2015 tarihinde ve ikinci olarak 10 Mayıs 2017 tarihinde ağırlığı Trabzon İl Jandarma Komutanlığı, İstanbul İl Jandarma Komutanlığı, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı, Samsun İl Emniyet Müdürlüğü ile Samsun İl Jandarma Komutanlığı görevlisi olmak üzere 77 kişi hakkında iddianame düzenlendi ve 2016 yılında İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinde yargılama başladı.
İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI TARAFINDAN SORUŞTURULMAYAN KONULAR ve DÜZENLENMEYEN İDDİANAMELER
İstanbul C. Başsavcılığının cinayetin gerçekleşmesinden uzun yıllar sonra da olsa cinayette sorumluluğu olan devlet görevlileri hakkında iddianame düzenlemiş olması elbette Hrant Dink cinayetinde önemli bir adım oldu. Fakat, İstanbul C. Başsavcılığı tarafından,
1. Cinayete giden süreçte yaşananlar ve Hrant Dink’e yönelik linç sürecini örgütleyenler hakkında etkili bir soruşturma yürütülmedi ve cinayete giden süreçte yer alan kişilerin cinayet ile bağlarını açığa çıkarmaya yönelik soruşturma derinleştirilmedi. Oysa ki cinayete giden süreçte yaşananlar ile cinayet arasında doğrudan bir bağ bulunmakta idi. Şüpheli sıfatı ile ifadeleri alınan Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz ile Oktay Yıldırım hakkında kovuşturmasızlık kararı oluşturuldu.
2. Cinayette sorumluluğu olan veya sorumluluğu tartışılan kurumların vermiş oldukları yanıtlar ile yetinildi ve kurum arşivlerinde inceleme yapılmadı [Cinayette sorumluluğu olan Devlet görevlilerinin bir kısmı, hatta önemli bir bölümü cinayete dair soruşturmanın yürütümünde görev aldılar yanı sıra soruşturma ve dava dosyalarına bilgi ve belge gönderdiler ve beyanlarda bulundular].
3. Cinayette sorumluluğu olan İstanbul Valilik görevlileri ile İstanbul ve Trabzon MİT Bölge Başkanlığı görevlilerini soruşturulmadı [yalnızca 2004 yılında İstanbul Valiliğinde Hrant Dink ile görüşmeye katılan vali yardımcısı Ergun Güngör ile MİT İstanbul Bölge Başkanlığı görevlisi Özel Yılmaz’ın şüpheli sıfatı ile ifadesini aldı ve E.Güngör ile Ö.Yılmaz hakkında ‘kovuşturmasızlık’ kararı oluşturdu].
4. Cinayette sorumluluğu bulunan İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ile Emniyet Genel Müdürlüğünün bir kısım görevlisi hakkında iddianame düzenlenmedi.
5. Elbette en önemlisi de somut olarak cinayetin kim veya kimler tarafından ve hangi süreçlerden geçirilerek karara bağlandığı açığa çıkarılamadı.
İstanbul C. Başsavcılığının kovuşturmasızlık kararına yönelik itirazımız Sulh Ceza Mahkemesi tarafından reddedildi. Anayasa Mahkemesi ise 2019 yılında bu konular ile yapmış olduğumuz başvurumuzda ihlal kararı oluşturmadı.
İstanbul C. Başsavcılığı tarafından soruşturmanın yürütülme biçimi ve oluşturan kovuşturmasızlık kararları ile davanın sınırı ve kapsamı büyük ölçüde belirlenmiş oldu ve
İSTANBUL 14.AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NDE GÖRÜLEN DAVADAKİ SON DURUM
İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinde 2016 yılında başlayan dava Mahkeme başkanı ile hakimlerin değişmesi nedeni ile birkaç farklı heyet tarafından görüldü. Son değişikliğe değin Mahkeme heyetleri tarafından müdahil taraf olarak taleplerimiz dikkate alınmakta iken Mahkeme heyetindeki son değişiklik ile birlikte tutum değişikliği gerçekleşti.
Mahkeme heyeti, ilk olarak, önceki Mahkeme heyeti tarafından tanık olarak dinlenmesine karar verilen MİT görevlilerinin dinlenmesi kararından rücu etti. MİT görevlilerinin tanık olarak bilgilerine başvurulmasından vazgeçilmesini gerektiren bir neden olmadığını belirterek MİT görevlilerinin dinlenmesi kararına geri dönülmesini talep ettik fakat bu talebimiz reddedildi. Duruşmada, Mahkemenin MİT görevlilerinin bilgilerine başvurulmamasına yönelik aldığı kararın yargılama ile cinayetin tüm yönlerinin açığa çıkartılmasının amaçlanmadığı sonucunu doğuracağını, mahkemenin bu tutumunun müdahil taraf olarak tarafımızca da bu şekilde değerlendirileceğini de beyan etmiştik.
16 Eylül 2020 tarihli duruşmada Genelkurmay Başkanlığına yazı yazılmasına, yazılacak yazıda 22 Şubat 2004 tarihli basın açıklaması yapılmasının neden ve nasıl karara bağlandığının, bu yazı ile ne amaçlandığının, MİT Müsteşarının Genelkurmay Başkanlığından kim tarafından arandığının, Hrant Dink ile neden görüşülmesinin neden istendiğinin ve Hrant Dink ile yapılan görüşmede ne amaçlandığının sorulmasını talep ettik, bu talebimiz de Mahkeme heyeti tarafından reddedildi.
Yine 16 Eylül tarihli duruşmada Hrant Dink cinayeti tasarısı ve Yasin Hayal’in faaliyetleri ve Mc Donalds eylemi ile bilgisi olan 6 kişinin tanık olarak bilgilerine başvurulmasını talep ettik ve bu talebimiz de diğer taleplerimiz gibi reddedildi.
Kovuşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerimizi reddeden Mahkeme heyeti tarafından dava dosyası esas hakkındaki mütalaasını hazırlamak üzere C. Savcısına tevdi edildi ve bu kararı ile Mahkeme delil toplama sürecini sonlandırdığını ile dava dosyasındaki delil durumuna göre karar oluşturacağını ortaya koydu.
C. Savcısı tarafından da 14 Aralık 2020 tarihinde dava dosyasına esas hakkındaki mütalaa sunuldu.
İstanbul C. Başsavcılığı tarafından cinayetin önemli birkaç boyutuna dair etkili soruşturma yapılmamıştı ve düzenlenen iddianameler de bu nedenle bütünlüklü bir yargılamayı olanaklı hale getirmemişti.
İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinin son heyeti tarafından Hrant Dink cinayeti yargılamasının sınırlarının ve kapsamının belirlenmesine yönelik bir tutum alındı ve Mahkeme cinayeti bir bütün olarak, tüm yönleri ile tartışmayacağını ve yargılamaya konu etmeyeceğini ortaya koydu.
Davanın kapsamını ve sınırlarını belirlemeye çalışan, cinayeti tüm yönleri ile yargılamaya konu etmeyeceğini ortaya koyan Mahkemenin oluşturacağı kararının müdahil taraf olarak bizim için de davaya duyarlı olan toplum kesimleri için de ikna edici olmayacağını bu tarih itibari ile beyan etmekteyiz.