EBRU KARŞIN
Dönem romanlarında okurun aklına gelen ilk soru, hikâyenin ne kadarının gerçek ne kadarının yazarın hayal gücünün ürünü olduğudur. Benzer bir soru dönem dizilerinde ya da filmlerinde de akla gelir. Oysa hem romanlarda yayınevleri hem de dizi/film yapımcıları usul gereği uyarılarını yapar, tarihi olaylar/kişilerden esinlenildiğini ya da gerçek olaylara dramatik kurgu eklendiğini ya da kişi ve yerlerin tamamının hayal ürünü olduğunu belirtirler. Maalesef çoğu kişi bu uyarıları, bilgi notlarını okuma gereği duymaz. Kim bilir belki de vakit kaybetmeden romanın/filmin büyülü dünyasına dalıp günlük hayatın sıkıntılarından bir an önce kurtulmak, hayatın sırrına ulaşmaktır niyetleri.
Aras Yayıncılık’ın yayımladığı, gazeteci Murat Ataş’ın ilk romanı, ‘Armine: Çorak Dağ’ın Sürgünü’nde tehcir ve sonrasına dair yaşananlar hayali bir Sivas köyünde, hayali Ermeni bir genç kız, Armine ve ailesinin hayatı merkez alınarak anlatılıyor.
Murat Ataş’ın gerçek olaylar ve tanıklıkların ışığında kurguladığı hikâye, günümüzde de büyük değişimlerin habercisi olarak nitelendirilen, güneş tutulması ve tekinsiz görünüşlü ihtiyar bir adamın kara köpeğiyle köye gelmesiyle başlar.
Armine ve Emine
Romanın baş karakteri Armine ve kalabalık ailesi Galenler, kışları Sivas’ta yazları Sivas’ın bir köyünde Türklerle birlikte çalışıp yaşayan saygı duyulan ve sevilen insanlardır. Devam eden Balkan Savaşı ve sürgün kararı bu büyük aileyi, benzer birçok Ermeni aile gibi, birbirinden ve topraklarından koparır. Genç bir kız olan Armine Emine Teyze’ye evrilen hayatı boyunca sabırla ve umutla ailesinin ve sevdiği delikanlı Civan’ın dönüşünü bekler. Geri dönenler/dönebilenler de olur dönmeyen/dönemeyenler de.
Ermeni komşularının, dostlarının sürgün kararını Türkler de anlayamaz, neden? Geride kalan evlere, yola dayanamayacak kadar küçük çocuklara komşuları dönene kadar(evet, döneceklerine inanarak) kol kanat geren, sahip çıkanlar olduğu gibi pusuda bekleyen aç kurtlar (evet dönmeyeceklerine/dönemeyeceklerine emindirler) da vardır.
Armine ev, dükkân, tarla değil ailesini ister. Onların peşine düşer, hangisi nerededir, en son kim görmüştür, haberlerini bekler. Bir de Civan’ın tabii. Bir kez elini tutan, bir mektubu, narpuz kokulu bir mendili kalan Civan’ı. Mucize değildir beklediği, dönenler olmuştur, kendi köyüne dönebilmiştir, kız kardeşlerinden birine ulaşabilmiştir. Neden diğer kardeşleri, annesi, babası da dönmesin ki? Neden Civan da dönmesin ki? Umut etmekten, beklemekten hiç vazgeçmez Armine.
‘Armine: Çorak Dağ’ın Sürgünü’ yerel ağzın da kullanıldığı bol diyaloglu, bol karakterli bir roman. Kitabın sonundaki sözlükçede yerel ağızda kullanılan kelimelerin açıklamaları verilmiş.
Diyaloglar da karakterler de süssüz, doğal ve güçlü. Gazeteciliğin kelimeleri tasarruflu kullanma, okura net ve ihtiyacı olan bilgiyi verme ilkelerini romanı yazarken de dikkate almış Murat Ataş. Dolayısıyla bu kadar kalabalığa karşın kargaşa çıkmıyor.
Hiç tarih kullanılmadan yazılmış bu dönem romanında, okur yılları arka planda geçen savaş, siyasi olaylar, gündelik hayata giren araçlar ya da doğa olaylarıyla takip edebiliyor. Örneğin hikâyenin başlangıcındaki güneş tutulması, 21 Ağustos 1914.
Yalın, akıcı, hikâyenin sertliği düşünüldüğünde, tarafsız denilebilecek bir dili var Murat Ataş’ın. ‘Tehcir’, ‘Medz Yeğern’, ‘Büyük Felaket’, trajik olaylar ya da siz nasıl adlandırmak istiyorsanız okur olarak öyle adlandırabilirsiniz, yazar hiçbir şeyin altını çizmiyor. Haklı haksız, doğru yanlış, iyi kötü diye kimseyi parmağıyla göstermiyor. Acıları yarıştırmıyor. Sadece hikâyesini anlatıyor. Verilecek bir karar, varılacak bir yargı, kırılacak bir önyargı varsa bunu okura bırakıyor.
Armine
Çorak Dağ’ın Sürgünü
Murat Ataş
Aras Yayıncılık
211 sayfa.