Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Fransa yolculuğu sırasında devletin 1915 ve Ermenilerle ilgili politikasında değişim ima eden açıklamaları, Türkiyeli bir devlet adamının bugüne dek ifade ettiği en ileri pozisyonu temsil ediyor. Bu tutum, Türk ve Ermeni halklarının barışı yolunda bir umut kırıntısı doğursa da, var olan kangrenleşmiş sorunlar, fazlasıyla kırılgan bir zemini işaret ediyor.
Davutoğlu’nun, Ermenilerin acılarına saygılı, geçmişte yaşananları inkâr etmeyen yeni bir dil, diasporayı dışlamayan kapsayıcı siyaset önerisi, Ermenilere karşı düşmanca yaklaşımını çok iyi bildiğimiz devlet aklında ciddi bir dönüşümü ima ediyor nihayetinde. Dışişleri bakanı, 2015 öncesinde, bugüne kadarki agresif inkâr siyasetinin olumlu sonuç doğurmayacağını, aksine işleri daha da zorlaştıracağını görüyor ve bir çıkış yolu arıyor.
Türkiye’nin bu konudaki geçmişi o kadar katı ki, birkaç cümlelik bir açıklama bile, zihinlerin gelecek adına jimnastiğe koyulmasına fırsat sağlıyor. Oysa ortada çok önemli bir güven sorunu var. Ermeni dünyası, sütten ağzı yanmışlığın ruh haliyle, Türkiye’nin Ermenilerle ilgili her adımını daha baştan reddetmeye hazır. Dolayısıyla, Türkiye eğer karşı tarafın bir diyalog ihtimalini gerçekten değerlendirmesini istiyorsa, önce samimiyetini kanıtlaması gerekiyor. Zira, sadece zevahiri kurtarmaya dönük adımlar, Ermeni tarafının pozisyonunu yumuşatmak bir yana, her türlü yakınlaşma imkânını da, daha baştan imkânsız kılacaktır.
Beri yandan, meseleye çözüm odaklı bakarsak, sorumluluğun sadece Türk tarafında olmadığını da görürüz. Evet, belli adımları atması, nihayetinde geçmişte reddettiği gerçekleri kabul etmesi gereken Türkiye’dir. Ancak, Ermenilerin de, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal koşullarını bilerek, müstakbel bir dönüşümün ne kadar zor olduğunu anlayarak, atılacak simgesel adımlara kapıyı peşinen kapatmaması gerekir.
Çünkü barış, ancak, iki tarafın kendini mağlup veya muzaffer hissetmeyeceği, bugünden tahayyül etmenin dahi kolay olmadığı, yepyeni bir anlayışın eseri olabilir.
AGOS