KEREM GÖRKEM
Okura ‘hacimli’ bir sene-i devriye hediyesi olarak sunulan bir kitapla açtık bu yılı: ‘Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler’ kitabı, Tanıl Bora’nın on yıllara yayılan entelektüel birikimi, Mülkiye’de on beş yıldır sürdürdüğü (yakın zaman önce akademisyenleri üniversitelerinden ayıran KHK dalgası sonucu kendi rızasıyla bıraktığı) ilgili dersi ve yaklaşık beş yıllık yazı çalışmasının bir sonucu olarak İletişim Yayınları’nca yayımlandı. Süreci seyredenler biliyor olacaktır; fakat yine de tekrarda fayda var. ‘Cereyanlar’ın yayımlanmasıyla gündeme düşmesi bir oldu. Kısa zamanda Tanıl Bora ile türlü yayın organı pek çok yazılı ve görüntülü söyleşi gerçekleştirdi. Bu sayede, yazı boyunca bahsediyor olacağımız kitabın, ilgili okurun gözünden kaçmış olma ihtimalini göz ardı edebileceğimiz, keyifli bir iklim oluştu. Bu kişiler, işbu yazıyı hâlihazırda tanıdık oldukları Cereyanlar’ın mütevazı bir incelemesi olarak okuyabilir. İlk kez tanışacak okurlar içinse, yazının devamı dosdoğru bir tanıtımı deniyor olacak.
‘Yüksek fikirler’
‘Cereyanlar’, alt başlığı ile sinyal verdiği üzere Türkiye coğrafyasının görüp geçirdiği siyasi ideolojileri, bu ideolojilerin fikirsel ve eylemsel altyapılarını ortaya çıkarıp güvenilir bir döküm çıkartmayı, diyelim, günümüz popüler haliyle ‘analiz etmeyi’ deniyor. Bora, kitabın sunuş yazısında bu çabanın bir düşünce tarihi okuması olmadığından, bir ideoloji tarihi yazmaya niyetlendiğinden ısrarla söz ediyor. Niyetini ise şöyle kuvvetlendiriyor: “Düşünce tarihi ‘yüksek fikirleri’ dikkate alır; ideoloji tarihi ise, onlarla beraber popüler ideolojik söylemlere, sıradanlaşmış düşüncelere, tasavvurlara da bakar. Tam teşekküllü bir ideoloji tarihinin, sözle yetinmemesi, imgelerin sahasına girmesi gerekirdi; elinizdeki kitap, neticede söz ve düşünce odaklıdır.” Daha ilk pasajından iyi bir yönlendirme ve mütevazılıkla açılan metin, ilerledikçe, yönlendirmenin hakikaten yerinde; fakat mütevazılığın haksız olduğunu çıkarıyor. Demek istediğim, sözün ötesine erişmek diyerek bir çerçeveye sokabileceğimiz ve Bora’nın ‘tam teşekkülü bir ideoloji tarihi’ olarak tanımladığı ideal yazın, ‘Cereyanlar’ı epey andırıyor. Şimdi bir miktar kitabın içine girelim: Sunuş metninde, ideolojinin yüksek fikirlerden ayrıldığı noktalar olarak örneklenen ideolojik söylemler, sıradanlaşmış düşünceler ve tasavvurların “Cereyanlar’da nasıl cereyan ettiğine” bir bakalım.
Kitle psikolojisi
Söz, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan öncesiyle açılıyor. Kitabın ilk iki bölümü ‘Geç Osmanlı Zihniyet Dünyası’ ve ‘Modernleşme, Batı ve Batıcılık’ olarak sunulmuş. Bu iki bölüm, Osmanlı’nın son on yıllarının düşünce dünyasını muzafferiyet ve aşağılık kompleksi gibi ‘telaş ve karmaşaya boğulmuş’ vaziyetlerle, psiko-sosyolojik çerçevede yorumlamayı deniyor. Bora bu iki vaziyeti, Osmanlı Devleti gerileme döneminin aşılıp beka kaygısının ön plana çıkmasıyla, dönemin okuryazar seçkinlerinin soyunduğu pragmatist bilgi açlığının neden ve sonuçları olarak sıralıyor. Bunun yanında, üzerinde bir hayli durulan millet tasavvurunun oluşumu (pekâlâ oluşturulması da denilebilir) meselesi, Fransız sosyolog ve antropolog Gustave Le Bon’un ‘kitle psikolojisi’ teorisi ile açıklanıyor. Yazarın değindiği üzere, Abdullah Cevdet’in Türkçeye çevirdiği metin, erken cumhuriyet döneminden bugüne Türkiye coğrafyasında kolaylıkla okunabilen cumhur-lider ilişkisinin dinamiklerini ortaya koymak için bir tarife gibidir. Sonraları, Freud’un Le Bon’un düşüncelerini yorumladığı çalışmasıyla daha da popülerlik kazanan ‘kitle psikolojisi’ teorisine göre, kitleyi oluşturan bireyler bütün ayırtlarına karşın, kitleleşme sonucu kolektif bir ruha bürünür ve bütün bu bireyler bir başlarınayken davranacağı, düşüneceğini ve hissedeceği gibi olmamaya başlarlar. Bu hal, bir millet inşası gayesi için oldukça faydanılası olacaktır; öyle de olmuştur.
Kemalizm’in yeniden üretimi
Bu inşa faaliyetinin ardılı olarak ortaya çıkan Kemalist ideoloji, yalnız kurucu ideoloji olmasıyla değil, kitabın ilerleyen bölümlerinde genişletilerek sıralanmış sol-sağ, ilerici-gerici, ılımlı-radikal ideolojileri bir biçimde etki alanına sokmasıyla da önemlidir. Yazarın, Kemalist ideolojiyi açıkladığı üçüncü bölümün bir kısmını ‘Kemalizmler’e ayırması boşuna değildir. Bu kısımda Kemalizm ilkelerinin yanında ‘imgeleriyle’ de inceleniyor. Kemalizm’i Kemalizmler’e çeviren de, ardılı tüm ideolojiler tarafından yeniden üretilmesinde saklı. Atatürk’ün ölümü ve sonrasında çok partili döneme geçişten yaşadığımız güne değin iktidarı elde etmiş bütün farklı ideolojilerin, iktidarlarını kuvvetlendirmek üzere Kemalizm’i yeniden ürettiğini vurguluyor Bora. Bu yeniden üretim, 1998’de düzenlenen ‘Cumhuriyet’in 75. Yılı’ kutlamaları ile ortaya çıkan posterler, resimler, çıkartmalar, künyeler, otomobil süslemeleri, dövmeler, Atatürk imzası; 28 Şubat darbesinde Kemalizm’in resmi ve sivil yakaları birleştirmesi; AKP döneminde Gazi ünvanına evrilen hitabet biçimi gibi imgelerle vuku bulmuştur. Yazarın aktardığı üzere, Antropolog Esra Özyürek bu durumu “Atatürk devrinin pürüzsüz modernizmine dair altın çağ tahayyülü” olan ‘modernlik nostaljisi’ olarak açıklamıştır. Devam etmeden önce, ikinci paragrafa dönüp değindiğim tam teşekküllü ideoloji tarihi tanımını hatırlatmak isterim.
Kemalizm sonrası devam eden, dördüncü ve sekizinci bölümler arasını kapsayan ‘Milliyetçilik’, ‘Türkçülük ve Ülkücülük’, ‘Muhafazakârlık’, ‘İslamcılık’ ve ‘Liberalizm’ konularını tek bir potada eritmek durumundayım. Her ne kadar, Tanıl Bora’nın esas ilgi konusu bu başlıkları doğrudan ilgilendirse ve kitabın vadettiği hazinenin yüklü bir kısmı bu bölümlerin altında yatıyor olsa da, sonraki bölümlerden bahsedebilmek adına şunları söyleyelim: Liberalizmi bir miktar dışarıda bırakmak üzere, Kemalizm’in bir karşı yorumlu yeniden üretimiyle iktidarını kuran bu ideolojiler, Kemalizm’in hegemonik tarafı diyebileceğimiz zor-rıza eksenini iyi kullanıp erklerini sağlamlaştırmışlardır. Önce paragrafın ortalarında da değindiğim üzere, farklı ideolojilerin yeniden ürettiği Kemalizm bu noktada ‘post post-Kemalizm’ paradigmasına dönüşmüştür. Tanıl Bora bu durumu açıklarken, zor-rıza ekseninin yarattığı mağduriyet söyleminin nasıl meşruiyete dönüştüğünden bahsediyor.
Hazinenin asıl kıymeti
Bir hayli hacimli bir bölüm olan ‘Sol’, ‘Ortanın Solu Ecevit CHP’si’nden başlayıp temel başlıklarla TİP, TKP, devrimci sosyalizm ve 1980 sonrası sol hareketin şeceresini tutuyor. Kısa değinilerle oluşturulan kapsamlı bir sol hareket rehberi olan bölüm, okuru geçmişteki ve bugünkü muhalefet olanakları ile resmi ideolojinin pozisyonlarında belirleyici rol oynayan sol hareketin geleceğini düşünmeye davet ediyor. ‘Feminizm’ ise, az önce bahsettiğim, kitabın vadettiği hazinenin esas kıymetini biçiyor. Geç Osmanlı feminizminden başlayıp feminist ideolojinin ayrışmalarına inen bir yolu takip eden bölüm, her şeyden öte ideolojiler tarihini açıklama tahayyülüyle uzun ömürlü olacağını daha en baştan olası kılan ‘Cereyanlar’da yer almasıyla bir hayli sevindirici. Tanıl Bora, feminist ideolojinin günümüz aktif hallerinden birini temsil eden Kürt siyasal hareketine hakkını teslim ederken, 1980’li yıllardaki stabilizasyondan sonra, Kürt kadın hareketinin Türkiye’de feminizme yeni bir tazelik getirmesine değiniyor.
Bu noktada, aynı zamanda kitabın son bölümü olan “Kürt Ulusal Hareketi”ne erişmekte yarar var. Bora, fikriyat ve PKK eksenli iki gözlükle okuduğu bu hareketi, Cumhuriyet öncesi dönemden alıp bütün etken ve sonuçlarıyla HDP ve Demirtaş’a getiriyor; buradaki birikimli sürecin adeta bir kanıtı ve ‘kararında’ bir son ürünü olan HDP’yi ‘kendini aşma hareketi’ olarak niteleyen Figen Yüksekdağ’a değiniyor.
Siyasal olana sebat etmeli
Tanıl Bora, ‘Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler’ kitabını sonuçsuz bitiriyor. Bunun yerine, Jacques Rancière’nin ‘siyasal olan’ tanımına dokunuyor. Üstü kapalı, siyasal olana sebat etmeli diyen HDP vekili Mithat Sancar’a teslim ediyor sözü: “Savaşın daha da kötüleşeceği zamanlarda bile, yol yaratma yükümlülüğü ve sorumluluğu vardır.”
‘Cereyanlar’, Türkiye siyasi iklimine uğramış ideolojilerin, doğrusu, tam teşekkülü bir tarihini sunuyor.
Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler
Tanıl Bora
İletişim Yayınları
926 sayfa.