Aylık çetelesi tutulacak denli dehşetengiz boyutlara ulaşan erkek şiddeti, Mersin’de Özgecan Aslan’ın bindiği minibüsün şoförü tarafından katledilmesiyle, toplumsal bir infiali tetikledi. Esasen bu büyük sorun son yıllarda zaten kadın örgütleri ve konuya ilişkin platformlar tarafından gündeme getiriliyordu ama bu kez o genç kadınla özdeşlik ve bağ kurabilenlerin sayısı çok oldu. Bu farklılığın ardında pek hazin ve aslında erkek şiddetini meşrulaştıran sistemin hikâyesi saklı. O hikâyeyi anlamak için, Sosyolog Nükhet Sirman’ın sözlerine bakmak yeterli olacak: “Neden Özgecan bu kadar infiale yol açtı? Niye başka kadınlar değil de Özgecan? Çünkü masum diye kodlandı. Bu, kadınlık erkeklik kültürel kodlarına bağlı. Masum, çünkü evli değil, cinselliği tanımıyor. Kız arkadaşıyla evine dönmeye çalışıyor, üstelik hava kararmadan dönmeye çalışıyor. Bu ülkede evli kadın masum olamaz, cinselliği tanıyor. Masum olmamak, başına geleni hak etmek demek. Mini etek giyersen, içki içersen masum değilsin. Masum olmamak çok kolay, masum olmak çok zordu. Özgecan buraya oturdu.”
Masumiyetin böyle kodlandığı, ruhsal yolculukların bir moda unsuru olarak takdim edildiği bir dönemde yaşıyoruz. Özellikle kamuoyunun yakından bildiği isimlerin, kıyafet değiştirir gibi dinî inanç, yaşam tarzı ve kişilik değiştirdiği bir düzende, o acılı haliyle adaleti hınç duygusu olmadan talep eden sükûnet dolu açıklamalarıyla, Özgecan’ın babası Mehmet Aslan çıktı ortaya. “Onları affetmek gibi bir düşüncem yok. Cezalarını çekmelerini istiyorum. Ama çözüm idam değil. İdam caydırıcı olabilir belki ama benim kızımın üzerinden tartışılması da beni rahatsız ediyor” dedi. Kimileri hayran kaldı ona, kimileri anlayamadı, aklını kaçırdığını düşündü, kimileri de kamuya mesaj verme kaygısıyla ‘sağduyunun sesi’ olarak konuştuğuna inandı. Ayşe Arman’ın yaptığı röportajda ise “Benim kalbime ateş düştü, ben yandım” dediği bu kaybın yanı sıra kendi tekâmül hikâyesini paylaştı.
Acı, insanın yüzünde kuntlaşır. Mermerimsi bir dokuyla kaplanır sanki. Anne baba, ikisinin de yüzünde o kunt acı var. Ama karşımızda bu acıdan çok önce kendiyle hesaplaşmış bir ruh var. “Bu vahim olay yıllar önce yaşansaydı, ben de alışık olduğunuz tepkiyi gösterirdim. Yani aklım devre dışı kalırdı, içimde hangi duyguları beslemişsem, büyütmüşsem onlar açığa çıkardı. Ama demek ki yıllar içinde ben değişebilmişim, acımı dışa vurma biçimim de değişmiş” diyordu.
Değişimi yaratansa bir ömürlük çaba. “Çabaladım. İyi bir insan olmak için çabaladım. Bu uğurda 30 yıldır uğraş veriyorum.”
Buradaki çaba sözüne takılıp kaldım. “O iyi bir insandır” cümlesini ne kadar az, ne kadar temkinle kurabildiğimi anımsadım. İyiliğin ne denli güç olduğunu ve her gün yeni bir sınav verdiğimizi. Hakikatten kaçmak, ara yollara sapmak, kendini anlamsızca oyalamak insanın en iyi bildiği şey. Mehmet Aslan kaçmayıp o sınava her gün girenlerden. Bu vahşetin öncesinde çıkıp evine gitsek bulacağımız insan yine bizi şaşırtacaktı. Çünkü yaşadığı bütün tecrübelerin bu tarifsiz acıya hazırlık olduğuna inanan ‘ariflik mektebi’ne devam etmiş bu ruhun anlattığı dönüşüm hikâyesi her koşulda büyüleyici: “İnsan değişmeyi istiyorsa, bir arayışa giriyor ama illaki bir yol gösterenin olması gerekiyor. Mürşit olmadan olmaz. Siz kendiniz kapıyı bulamazsınız. Mürşit size kapıyı gösterir, siz gidersiniz. Mürşit sizinle de gelmez. O sadece yolu gösterir. Siz gidersiniz. Söz konusu olan sizin ruhunuz, sizin tekâmül seviyenizdir. Ruhsal tekâmülünüzün yükselebilmesi için o yolda siz, her bir düşünceyi, her bir acıyı deneyimlemek zorundasınız. Yaşayacaksınız, düşeceksiniz, kalkacaksınız, canınız yanacak, ciğeriniz parçalanacak, her gün ağlayacaksınız ama yine de ‘Her halimize şükürler olsun!’ diyeceksiniz. Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yok. Onun bizden istediği tek şey, samimiyet.”
Şiddetin havadaki moleküllere, aldığımız nefese karıştığı, ekranlarda tartışma, yarışma, spor programı adı altında herkesin birbirine diliyle, sözüyle saldırdığı, bıçak ve silahın çok rahat çekildiği bir zamanda Mehmet Aslan’ın sesi âdeta başka bir gezegenden yankılanıyor gibi. Oysa o aslında hepimizde var olan cevheri anımsatıyor. Yaşadığımız şeyleri seçemiyoruz ama onları nasıl taşıyacağımız noktasında seçeneklerimiz mevcut. Şiddetin gölgesinde usulca tekâmül etmemiz mümkün. Dayatılana yaratığımızla karşılık vermemiz mümkün. Yeter ki istemeye cesaretimiz, uygulamaya kudretimiz olsun. Sebat edelim. Daha iyi bir insan olmak için denemeye değer.