BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Rejim, gönlünce rant sağlamasına köstek olan imar izinlerini kestirme biçimde aşmayı nasıl becerdiyse, yani “yenilenebilir enerji kaynak alanı ilan edilen alanlarda imar izni ve planı olmadan santral kurulmasına” onay veren bir düzenlemeyi geçenlerde nasıl devreye sokmuşsa , Dışişleri Bakanlığı konusunda da aynı kestirme yola gitmiş gözüküyor: Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı kanun teklifi... Eski adı Twitter olan X’te Lyon olayı üzerine çıkan yorumlarda biri şöyle diyor: “Dışişlerinde bundan hiç yok, bu bir tane”

Görüldüğü kadarıyla, “yumuşama”nın şu andaki tek faydası bu. Yani, AKP’nin iktidardan düşme halinde helva gibi dağılacağı gerçeğinin ortaya çıkmış olması.

Otuz günlük Nisan haberlerinden seçtiğim “Kötüye gidiş alametleri” dosyam 4,5 sayfa tuttu. “İyiye gidiş alametleri” ise, RTÜK’ün TRT haberlerinin tek taraflı oluşunu inceleme kararı aldığına ilişkin 1 haberle sınırlı kaldı. Ve o haberden de şu âna kadar sıfır sonuç çıktı. Taksim’in 1 Mayıs’a yine kapatılması rezaleti zaten her şeyin özü ve özeti, ama onu sona bırakalım ve konulara ayırarak Nisan’ı gözden geçirelim

Anadolu’da 103 Ermeni gazete ve dergisi çıkıyordu, bugün İstanbul’da 3 tane kaldı. Aslında, tek bir örnek de yeter: Sadece Harput (eski Elazığ) ovasında 8.660 öğrencinin okuduğu 92 okul vardı. Yine Harput’ta Ermeni tiyatrosu 1880’de; Sursuryan Kardeşler fotoğraf stüdyosu 1890’da kurulmuştu, 1909’da 1 dergi ve 1 haftalık gazete çıkmaya başlamıştı.

Dört arkadaş Aralık 2008’de yayınladığımız, yaklaşık 33.000 Türk tarafından imzalanan “Özür Diliyorum” başlıklı metinde “Büyük Felaket” terimini kullanmıştık: Bunca yıl sonra, iki noktada çok doğru yaptığımızı düşünüyorum. Özellikle de “soykırım” yerine “Büyük Felaket” terimini kullanarak.

Artık esas konu, bunca yıllık tahribatın nereden başlayarak nasıl tamirine girişileceği. Kim çıkacak bu rezaletin içinden? Bir kere, herhalde AKP değil çünkü öyle bir parti yok, sadece R. T. Erdoğan diye bir kişi var, o da U dönüşü yapmakla maruf olduğu halde girdiği bu Tek Adam yolundan vazgeçemez, kendinden vazgeçmeden. Peki kim? Seçimin kazananı olduğuna göre, tabii ki temel görev CHP’ye düşüyor. Ayrıca Sol’a ve Kürt muhalefete.

Erdoğan, partisinde kendisinden başka kimsenin gözükmesine izin vermiyordu. Bunun sonucu olarak da seçime sinek sıklet adaylarla girmek zorunda kaldı. Bakanları ve bürokratlarıyla yollara revan oldu. Sonuçta Cumhurbaşkanlık büyük itibar yitirdi. Şimdi CHP’nin, kazandığı galibiyetle hiç şımarmadan ve silkinip baştan aşağı değişerek derhal harekete geçmesi lazım.

Sıkışma derken, sadece son bir aya bakalım. CB Erdoğan Büyük İstanbul Mitingi için "Biz bu meydanda 1,5 milyona alıştık, bugün ise 650 bin kişi..." diye öfkeleniyor. Sonra, emeklilere merhem olarak banka promosyonlarını gösteriyor. Ve, ilk defa büyük itiraf geliyor: “Dipsiz kuyu misali ne versek gidiyor.” Sertleşme derken, yine son bir aya bakalım: Rejim, seçime hazırlanıyor: Sahte DEM Parti afişleri basıyor . CHP-DEM Parti arasında protokol yapıldığına ilişkin sahte belge yayınlıyor.

Şu anda Başsavcılık ilgililerin birer birer ifadesini almakta. Peki, elden ödenecek parayı saymak TCK’ye göre suç mu? Dahası, bir avukatın, kendi ofisinde müvekkiline ödenecek paraların sayılmasını güvenlik kamerasına gizlice kaydedip CHP’ye satmak istediği (şantaj?) iddiası da araştırılıyor mu ve bu suç mu değil mi?