NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

Mapusane çeşmesi yandan akıyor

Kırk yıllık bir dostum, arkadaşım var. Üç-dört dil bilir, hukukçudur, profesördür, ekonomi-politika öğretir. Duygularını pek göstermez, eleştirir, ama bardağın dolu yarısını görerek…

Geçenlerde ona toplumun hapistekileri hiç akla getirmediğinden, unuttuğundan yakındım. “Onlar suç işlemişler, doğru yanlış, sistem böyle, ceza görmüşler, şimdi yatıyorlar,” dedi. “Hem onlarla yakından ilgilenen, her cezaevinden sorumlu bir infaz savcısı var, öyle kötü muamele falan pek kolay değil, revirleri var,” diye ekledi. “Hatta açık cezaevleri var, açık görüş var, F tipi var; ben hapse düşecek olsam F tipinde yatmak isterdim,” de dedi. Dedim ya, bardağın dolu yanında durur.

Bir süredir bunu düşünürüm, hapistekileri. Kar bastırıp yollar kapanınca “Darda bunda olanlara yardım et yarabbi,” diye dua ederdi annem. İşte hapistekiler hem dardadır hem bunda… Onlar bardağın boş yarısındaki sudan içerler.

ABD senato komisyonunun CIA’nın yaptıklarına ilişkin son raporu dünyayı dalgalandırdı. Obama, bunların yine yaşanmaması için bu raporun hazırlanması, açıklanması iyi oldu, dedi. Elhak, öyledir. Ya açıklanmayanlar? Ya burada, Türkiye’de yaşanmış ve yaşanmakta olanlar? Mamak’ta, Ziverbey köşkünde yapılanlar? Diyarbakır Cezaevi’nde olup bitenler?  12 Eylül darbesi sonrasında o cezaevinin Türkiye’nin Auschwitz’i olarak namlanması boşuna mı?

İstanbul Eminönü’ndeki Sansaryan (Sanasaryan) Han?  Hasdal? Davutpaşa Kışlası içindeki Otağ’ı Hümayun? Say sayabildiğin kadar.

Yeni bir yıla yaklaşırken muradım o günleri anmak değil. Elleri arkadan bağlanarak başı kubura sokulup yüzünü yıkamasına günlerce izin verilmeyen o insanın, hapisten kurtulunca bütün dişlerini söktürdüğünü anlatmak değil… Yeni bir yıla giriyoruz, 2015’e, netameli bir yıla; bu yeni yılda bizi neler bekliyor, bunları sayıp dökmek de değil muradım. Yeni yıl beklentisinin getirdiği iyimserliğe limon sıkmak istemem. Hayat nasıl olsa gelir bulur bizi…

Türkiye’de 400 kadar hapishane, 150.000 kadar tutuklu-mahkum var. Bu insanlar, büyük çoğunlukla, eli ekmek tutan, eve ekmek getiren insanlar. Demek 150.000 kadar aile, yalnız bir mensubunun hapiste olmasıyla değil, ekmek kapılarının kapanmasıyla da dertli,  mustarip.

Evet, tutuklu ve mahkumlarla dayanışma dernekleri, vakıflar var. TAYAD, İHD, İHV, TTB var. Mazlum-Der var. Ama toplum? Toplum, eğer bir yakını hapiste değilse, hapistekileri, mahpusları akla getirmez, unutur, yok sayar. Ve eğer toplumun örgütlenmesi yasaklanmışsa, protestosu, sesini çıkarması bile suç sayılmaya başlamışsa, hak aramanın, hesap sormanın yolları büsbütün tıkanmışsa, insanlar görevini, sorumluluğunu aileyle sınırlar, kendi dertlerinin peşine düşer, günlük hay-huy içinde, hayat gailesi içinde, akla bile getirmezler hapistekileri. Bu, içinde bulunduğumuz düzende, toplum yapısında, anlaşılır bir şey…

Acaba öyle mi? 

Öyle değil. Bizler özgür olduğumuz yanılsaması içinde, aslında yavaş yavaş büyük bir hapishanede yaşa(tıl)maya başladığımızı, zaman çok geç olmadan, anlamalıyız. Anlamalıyız ki, bizlerden önce dört duvar arasına tıkılmış insanları seleflerimiz sayalım, onları hiç değilse böyle yeni yıl arifelerinde, bayramlarda aklımıza getirelim. İnananlarımız onlar için dua etsin, hiç olmazsa bir “Allah kurtarsın,” desin. Hapishanelerden zaman zaman kitap talepleri gelir; evinde kitap bulunduranlar, yayınevleri, bu talepleri mutlaka karşılasınlar. Korkmasınlar, herkes Sevan Nişanyan değil, kitap istedikleri için, kitap gönderdikleri için başlarına bir şey gelmez. Hem zaten hapistekilerin kitap okumaktan başka umarları yok. Orda ne AVM var, ne park, ne tiyatro-sinema, ne de akşam kavuşulacak bir aile…

Eski zamanları, İstiklal Mahkemeleri’ni falan bir yana bırakalım. 1951 tevkifatını, 27 Mayıs idamlarını, Deniz’leri, Ulaş’ları, Mahir’leri akla getirelim. Nazım’ları düşünelim. Onun hiçbir dilde eşi olmayan İnsan Manzaraları’nı hatırlayalım. Hapisten Piraye’ye, Memet Fuat’a mektuplarına bakalım. Hapishaneleri, hapistekileri anlamak, moda sözle, ‘empati’ kurmak için…

Hapisteki Nazım’a kulak verelim :
Sevdalınız komünisttir,

on yıldan beri hapistir,

yatar Bursa kalesinde.

            *

Beni de gözledi kavak
Geceleri haykırarak
Hapishanenin önünde 

            *

Uzandı karyolaya sırtüstü.
Dört duvar taştan,
pencerede çırılçıplak demirler,
beton soğuk.
Senelerdir :
beton, taş, demir.
Artık yumuşak bir kumaş 

                          tahtası bol sıcak bir oda
hatta tenteneli bir yastık hasreti.

*

Kalede jandarmalar ileri geri
Fır fır ötüyor düdükleri.
Yıldızlar görünüyor bulutların ardından.
Mapusane çeşmesi bir başına avluda

                                    yandan akıyor yandan.
“Mapusluk bir şey değil

                                    ayrılık var bir yandan.”

*

Koğuşların kapıları açılıyor.
Mapusane çeşmesi bir başına değil avluda artık.
Geliyor çeşmenin yandan akan suyuna,

                                    bir perişan kalabalık.

Neşet Ertaş hapse girdi mi bilmem. Türküleri ama, hapishaneyi, mahpusları acayip söyler:

Hapishanelere attım postumu
Kayıbettim yarenimi dostumu
Bütün ahbaplarım bana küstü mü
Yandım mapusane senin elinden

            *

Hapishanelere güneş doğmuyor
Geçiyor bu ömrüm günüm dolmuyor
Eşim dostum hiç yanıma gelmiyor
Yok mu hapishane beni arayan
Birer birer yoklamayı yaparlar
Akşam olur kapıları kaparlar
Bitmiyor geceler olmaz sabahlar
Yok mu…..
Ruhi Su 1951 tevkifatında mahkum edilenlerdendi. 5 yıl yattı.
Bu nasıl İstanbul zindan içinde
Kayboluverdi gecem gündüzüm

            *

Mahsus mahal derler kaldım zindanda
Kalırım kalırım dostlar yandadır
İk’elleri kızıl kandadır kanda
Ölürüm ölürüm kardeş aklım sendedir
Artar eksilmeyiz zındanlarından
Kolay değil derdin ucu derinde

Ve Ahmet Arif :
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğrunda ölümlere gidip geldiğim
Zulamdaki mahzun resim haberin var mı?

Ve François Villon :

Olmayın bu kadar katı yürekli
Ey dünyada kalan insan kardeşler
Allah da sizden razı olur belki
Sizler acırsanız bizlere eğer.

Yani, demem o ki sevgili insanlar, hapistekileri, mahpusları ‘kader mahkumu, suç işlemişler, cezalarını çekiyorlar,” deyip geçmeyin. Düşüncelerinizde onlar da bir nebze yer bulsun. Hiç değilse şu yeni yıl arifesinde, bayramlarda.