LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Meze candır

Önce kendine gel, sonra
Meyhaneye
Kalender ol da gir
Kalenderhaneye
Bu yol kendini yenmişlerin yoludur
Çiğsen başka yere git eğlenmeye

Artun Ünsal, ‘İstanbul’un Lezzet Tarihi’ (isimsiz bir şairden alıntı)

Türk Kurtuluş Savaşı’nın sonlarına doğru Anadolu neredeyse bir mahşer yerine gelmişken, İstanbul hem casuslar, hem de gazeteciler tarafından neredeyse işgal edilmiş durumdaydı.

Bu gazetecilerden biri de, 1954 yılında Nobel Ödülü’nü alacak olan Amerikalı yazar Ernest Hemingway’di. Müthiş romanları ve makaleleri kadar, savaş bölgelerinde gezmesi, buraları hem romanlarında işlemesi, hem de makalelerinde anlatması ile ünlü olan Hemingway, romanlarındaki müthiş anlatımını hep güzel yemek tasvirleriyle de süslerdi. O artık aramızda olmasa da, meşhur ettiği rom kokteyli Daiquri hâlâ dünyanın en meşhur kokteyllerinden biri.

Hem romanlarında, hem de gerçek hayatında alkolle arası epey iyi olan Hemingway, İstanbul’a Toronto Star gazetesinin muhabiri olarak gelmişti. Yunan işgal kuvvetlerinin Trakya’dan çekilmesine tanık olmuş ve bu gözlemlerini, ‘Silahlara Veda’ adlı romanında, İtalyanların geri çekilişini anlatırken kullanmıştı.

İstanbul üzerine yazdıkları, ‘Silahlara Veda’da kullandığı gözlemleriyle sınırlı kalmadı. ‘İşgal İstanbulu ve İki Dünya Savaşı’ adlı kitabında (çev. M. Ali Kayabal, Bilgi Yay., 1998), İstanbul’da ilginç bulduğu her şeye yer verirken, yeme-içmeden de bahsetmişti elbette. İstanbul’dan aklında kalan iki içecek, rakı ve kahveydi.

Diyor ki, “Türkler, günün her saatinde dar yolların kenarında ki kahvelerde oturup nargilelerini fokurdatıyor, bir yandan da insanın midesini yakıp kavuran rakılarıyla yudum yudum demleniyorlar. Bu içki o kadar sert ki, yanında meze olmadan içmek, imkânsız gibi bir şey.”

Yanında meze olmadan içmek bana imkânsız gelmese de, mezeyle beraber tüketmek, rakı içmenin en iyi yolu tabii ki.

İsmet Zeki Eyüboğlu, ‘Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü’nde, ‘meze’ kelimesinin, Farsça tat anlamına gelen kelimeden ya da Yunanca orta, ortada olan, anlamına gelen ‘mesos’tan dilimize geçtiğini söylüyor. Her ikisi de doğru kabul edilebilir ama İranlıların meze kelimesini içkiye eşlik eden tadımlık lezzet olarak kullanamadığını biliyoruz.

Meze olmadan rakı sofrası olmaz. Yapılırken harcanan emekle bir çırpıda bitmesi insanı rahatsız eder ama aslında mezeler çabuk tüketilmesi için değil, rakının yanında oyalanmak, biraz ‘altlık’ yapmak için servis edilir. Rakı masasında, elinde ekmek, mezeye dadananlara hoş bakılmamasının sebebi budur.

Uzun zamandır bir rakı sofrasına oturmamış biri olarak, bugünlerde canımın en çok çektiği meze, dil söğüş. Çoğu meyhanenin menüsüne koymakta neden bu kadar nazlandığını anlamadığım dil söğüş, hep favori mezem olmuştur. Tezgâha vurarak yumuşatılan, saatlerce kaynatılan dilin yapılışı da, servisi de keyiflidir. Bir de, haşlandığı suya bir çorba yapan olursa, değmeyin keyfime. Favori mezenizin tarifini benimle paylaşmak isterseniz, okumaktan bile keyif alırım.

Afiyet olsun...